kapat
Sabah Gazetesi 25.01.2003

MEHMET ALTAN

Prizma

Yargıyı yargılama imkanı...

Türkiye'deki en tabu konulardan biri de "adalet mekanizması"dır. Herhangi bir yerde, eleştirel bir tonda geçecek "yargı" sözcüğü yakanıza yapışılmasına neden olur. Adalet mekanizması kendini dokunulmaz kıldıkça da, evrensel hukuk ile arası açılmaya devam eder, adamına göre muamele yerleşir, dalga geçme konusu olacak kadar siyasallaşır. Kısacası güvenilirliğini ve saygınlığını yitirir.

Bu ise bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir. Çünkü bir toplumun dirlik düzenlik içinde yaşamasının en büyük güvencesi hukuktur. Bireyin devletle ve diğer bireylerle ilkeler ve kurallar içinde birarada bulunmasını hukuk sistemi sağlar. Bunun bozulmasını ise yargı önler. Yargısına güvenemeyen bir toplumda ise beraber yaşayabilme imkânı iyice zedelenmiş demektir. Bu, toplumun adalet duygusunu köreltmeye başlar, çek ve senet mafyası gibi "aracı" kurumlar adalet kurumunun yerini alır.

***

Toplum çürümeye başlar.

Ne yazık ki, Türkiye hızla adalet duygusunu yitirme noktasına gitmekte...

Geçen Pazartesi günü, bu konuda çok şaşırtıcı bir örneği kendimden verdim.

İstanbul 5. Asliye Hukuk Hakimi Nesrin Merih Güner, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi üyeleri Ülkü Aydın, Şerife Öztürk, Mehmet Uyumaz "vatan haini" nitelendirmesini "hakaret" saymadı. Halbuki, Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin, biri başkan olan iki üyesi bu düşüncede değildi. Şayet, birisi Genelkurmay Başkanı'na "vatan haini" deseydi, acaba bu kavramı "sıradan bir eleştiri" kabul eden hukukçuların kararı gene aynı mı olurdu? Böyle bir endişeyi taşıdığınız vakit orada, hukuk inandırıcılığını yitirmeye başlamış sayılmaz mı?

"Vatan haini" kavramı ile ilgili bu garip ve çelişkili durum ortadayken, bu sefer yüksek yargının Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili herkesi isyan ettiren kararı gündeme düşüverdi. Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu'nun AK Parti Genel Başkanlığı için "tedbir alın" diye Anayasa Mahkemesi'ne açtığı davada, Anayasa Mahkemesi'nin "Erdoğan Genel Başkan değil ki, tedbir alalım" yolundaki kararını SABAH Gazetesi "Hukuk komedisi" başlığı ile verdi. Üstelik karar altıya beş alınmıştı. Hepsinin aynı birikime sahip olduğunu düşündüğünüz mahkeme üyelerinin bir oy farkla böyle bir karar alması, bu ülkede hukuksal kriterlerden ziyade siyasal etkenlerin ağır bastığı kanaatini pekiştirdi.

***

Evrensel kriterlerden kopmak, işleyişin yozlaşmasını hızlandırıyor. Türkiye, 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuruyu tanıdı. O da Turgut Özal sayesinde...

Ne var ki, evrensel hukuk kriterleri, bizdeki uygulamaları sürekli mahkum etse de, bu, uygulamanın çağdaşlaşmasını sağlamıyordu. Çünkü bizim yargı mekanizması dışarda mahkum oluyor ama içerde uygulamayı değiştirmiyor. Devlet, "yargının yargılanması" sonucu mahkum olunca bunun bedelini ödüyor ama mahkumiyete neden olan zihniyetin değiştirilmesine yönelik bir çağdaş anlayışı buraya taşımıyor. Dünyada geçerli olmayan bir hukuksal uygulama içerde insanların canını yok yere yakmaya devam ediyor.

***

Önceki gün, Meclis'te kabul edilen "İkinci Uyum Paketi" artık bu anlayışı ortadan kaldırıyor. Bundan böyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuran bir kişi, mahkemenin kendisini haklı bulması durumunda, kendisi aleyhinde karar veren yerel mahkemeye, yargılamanın iadesi için doğrudan başvurabilecek.

Düşünün ki, bu değişiklik de, AB sayesinde oldu. AB'ye uyum süreci olmasa, bu gariplik Ankara'yı rahatsız etmiyordu. Evrensel hukuk uygulamasına aykırı bir karar alma sürecinin, insanları gadre uğratması sorumluların ilgisini çekmiyordu.

Şimdi çok olumlu bir adım atıldı.

"Vatan haini" nitelendirmesinin "hakaret mi, eleştiri mi?" olduğunu da bu yeni süreçte bir kez daha sınayacağız.

Bizim yargıyı bir de bu konuda yeryüzü yargısı mihenk taşına vursun bakalım.