kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
26 Nisan 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Sabit pozisyonlar ve kırmızı çizgiler Türkiye'yi zorluyor...

Gerçeklerden kaçmanın çeşitli yolları vardır.
Dış politikada bunun en kolay olanı bir "Pozisyon" benimsemek ve bu pozisyon üzerinde pazarlık yapmayı da "Taviz vermek" diye nitelemektir.
Örneğin Kıbrıs, Avrupa Birliği, Ermeni Meselesi, Kuzey Irak'ın statüsü benzeri konuların ele alındığı forumlarda Türk siyasetçileri ve diplomatları masaya oturduklarında, Türkiye'nin pozisyonlarını vurgularlar.
Pazarlık sonucu uzlaşmalar sağlamaya çalışmak, pozisyondan vazgeçmek anlamına gelir.
Bu pozisyon tartışmaya açılmak istendiğinde, müthiş bir direnç gösterilir.
Daha doğrusu pozisyon tekrar edilir.
Karşı taraf veya ilgili taraflar bu pozisyonu yüzde 100 kabul etmedikleri zaman da, bizim için müzakere süreci o noktada durur.
İlerideki benzer bir forumda aynı pozisyon tekrar edilmek üzere, Ankara'ya dönülür.
Ancak bu arada karşı taraf veya ilgili taraflar, dünya konjonktürüne uyumlu adımlar atarak o konuda yeni politikalar oluştururlar ve bunları icra da ederler.
Örneğin Kıbrıs konusunda Türkiye'nin pozisyonu çeyrek yüzyıldır aynıdır.
Ama bu süreçte Kıbrıs Rumları Avrupa Birliği'ne girmişler ve Türkiye'nin AB üyeliğini veto etmeyi de içeren yetkilere sahip olmuşlardır.
Kuzey Irak'a ait pozisyonumuzun somut göstergeleri de "Kırmızı Çizgilerimiz" değil miydi?
Amerika Irak'ı işgal ettikten ve bu ülkedeki en yakın müttefik olarak Irak Kürtlerini bulduktan sonra, bizim kırmızı çizgilerimiz morardı.

Her şey değişti...
Siyasi coğrafya değişti ama "Pozisyonumuz" değişmedi.
Bu şekilde Kuzey Irak'taki yönetimle kaçınılmaz ilişkileri sürdürmek için akla gelen ve gelmeyen bütün dolambaçlı yolları kullanmıyor muyuz?
Ermenilerin "Soykırım" iddiaları konusundaki pozisyonumuz da tıpkı Kıbrıs konusundaki gibi değişmezlik konumunda.
Buna karşı Fransa gibi müttefiklerimiz bu kavramı benimsediler. Kentlerinde "Soykırım Anıtları" bile dikildi.
Her 24 Nisan'da da Türk-Amerikan ilişkileri "Ya Başkan soykırım derse" endişesine dayalı olarak uçurum kenarına geliyor.
Herhalde bir gün bir Amerikan Başkanı "Soykırım " kavramını da kullanacaktır.
Tıpkı Fransa'yla olduğu gibi belki o gün Washington'daki Büyükelçimizi geri çağıracak ve sonra da geri göndereceğiz.
Bu arada "Ama siz de Kızılderililere neler yaptınız" demeyi sürdüreceğiz.
"Değişim" i kabullenmek ve yaşanan zamanın "Gerçekler" ine uyumlu siyasetler üretmek, siyasetin temel gereğidir.
Bunu beceremeyen rejimler dağılıyor, sarsılıyor, bocalıyor.

Böyle bir lüks olamaz
Dünyadaki tek süper devlet Amerika bile hiçbir konuda "Sabit pozisyon" sahibi değil. Böyle bir lüksü yok Amerika'nın.
Dünya gerçekleri onları köşeye sıkıştırdığında Obama'ları başa getirip, her konudaki pozisyonlarını A'dan Z'ye değiştirebiliyorlar.
Bunu daha önce de Watergate'le yapıp Vietnam-sonrası dönemi başlatmak için Nixon'ı tasfiye etmemişler miydi?
Pozisyonlarımızı biraz esnekleştirsek ve bu pozisyonların ilişkili olduğu durumlara paralel olarak onları da değiştirebilsek, herhalde dünya gerçeklerine daha uyumlu oluruz.
İşin kötüsü bu pozisyon merakı, iç siyasetin taraflarına da bulaşmaya başlamış durumda.
Bu konuyu ciddiye almamız gerekiyor.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın