kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
25 Nisan 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Herkes devranın dönmesini ve sıranın "Biz"e gelmesini bekliyor

Dilleri, dinleri, kentleri, meslekleri aynı olan ve aynı toplumsal kaderi paylaşmak durumunda olan insanların birbirlerine karşı böylesine öfke ve nefret dolu olmalarını anlamak pek kolay değil.
Neticede bütün taraflar "Biz çoğulcu demokrasiden yanayız" demekteler.
Bu söylemdeki demokrasi anlayışı, farklı düşüncelerin birbirlerini kabul etmelerine, hoşgörüye ve birlikte yaşamak kararlılığına dayanıyor. Bu anlamdaki demokraside farklı görüş sahiplerinin veya partililerin karşıtlarına "Devran döner ve bir gün biz de seni içeri tıkarız" çizgisinde bakmaları kabul edilemez ki.
Birbirlerini yerden yere vuran ama birlikteliklerini de sürdüren insanların ne tür bir dürtüyle hareket ettiklerini Çetin Altan dünkü Milliyet'te örneklemişti.
Necip Fazıl Kısakürek her gün "Ankara Telgraf" gazetesinde Çetin Altan hakkında ağır yazılar yazarken, bazı geceler de onun evine gelirmiş.
Bir gün Çetin Altan sormuş:
- Yahu Necip Fazıl, neden her gün sövüp duruyorsun bana?
Necip Fazıl "Sen onlara inanıyor musun" dedikten sonra eklemiş:
- Beynimin içindeki yarasalar, kanatlarını ufuklara vura vura kırıyor ve kanıyorlar; sadece sen anlarsın bunu.
Necip Fazıl'ın en takıntılı olduğu söz Pascal'ın "Yalnız ölürüz" sözüymüş.
Çetin Altan'a "Bizi yan yana sıralasalar da, kurşuna dizseler; yine de yalnız ölürüz değil mi" dermiş.
Çetin Altan bunları anlattıktan sonra konuyu şöyle özetlemiş yazısında:
- Hz. İsa da herkes çarmıhını sırtında taşır, demişti.

Beyinler ve yarasalar
Acaba hepimizin beyinlerimizdeki yarasalar kanatlarını ufuklara vura vura kırıyor ve kanıyorlar mı ki, tarihin ve coğrafyanın bizi mecbur ve mahkûm ettiği birlikteliğimizi değerlendirmek yerine, bu birlikteliği nasıl yaralayabileceğimizi daha fazla düşünüyoruz.
Yıllar önce bir panelde "Anadolu Kültürü" nün özellikleri üzerinde düşünceler üretmeye çalışıyorduk.
Bir konuşmacı, "Anadolu kültürünün özünde sentezler, alaşımlar, sinerjiler vardır" dedi.
Bu konuşmacıdan sonra söz alan Kürt kökenli bir konuşmacı ise "Siz Anadolu kültürünü anlamaya çalışın ama bizi Mezopotamya kültürü ilgilendiriyor" diye söze başladı.
Tabii bu noktadan sonra konu "Kültür" olmaktan çıkmış ve birleştiren değil farklı kılan öğeler ön plana gelmişti.
Kamplaşmaları, karşılıklı nefretleri, birbirini aşağılamaya, karalamaya, linç etmeye dönük duyguları "Bunlar da bizim kültürümüzün parçaları" diye doğal karşılamak belki mümkündür.

Hangi sadakat
Ama son çağda ikisi Dünya Savaşı'na da dönüşen en büyük üç Avrupa savaşı Almanya ile Fransa arasındaydı.
Ve düşünün ki şu anda ne Mark, ne de Frank var...
Almanya ile Fransa'nın ortak para birimleri "Euro" artık.
Eski Demirperde ülkeleri şimdi hem NATO'da hem de AB'deler.
Churchill 1936'da yazdığı bir makalede, insanlık tarihini şöyle özetlemişti:
- Önce kabileye, sonra aileye, arkasından devlete ve nihayet milliyete sadakat vardı. Şimdi sırada önce kıtaya sonra da dünyaya sadakat bulunmakta.
Acaba bizim bu dizindeki yerimiz neresi olmalıdır?
Görünen o ki, henüz kendi mahallemize veya kendi cemaatimize sadakat noktasındayız.
Farklıların ortak sadakat duygularına sahip olabildikleri birliktelikler ise sadece futbol kulüplerinin fanatikleri için söz konusu.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın