kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
18 Nisan 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Çok zor karar tercihleri arasında sıkışıp kaldık...

Çok zor zihinsel tercihlerle karşı karşıyayız.
Bunlara örnek vereyim:
Acaba Ergenekon adı verilen dava hiç açılmasa mıydı, yoksa bu davaya konu olan darbe girişimleri hiç olmasa mıydı daha doğru olurdu?
Aslında bu tür tercihler arasında bir türlü kesin kararlara varamadığımız için, tarihimiz de biraz sisli değil mi?
Mesela hâlâ tartıştıklarımız arasında "Padişah Abdülaziz intihar etti yoksa öldürüldü mü" benzeri konular yok mu?
Örneğin Cumhuriyet döneminin ilk askeri darbesinin nedenlerini hâlâ tam saptayabilmiş değiliz...
Bazılarına göre eğer Demokrat Parti iktidarı Tahkikat Komisyonu benzeri antidemokratik uygulamalar yapmasaydı, askerler de 27 Mayıs 1960 darbesini yapmazlardı.
Bazıları da "Aslında Demokrat Parti'nin 1950'de iktidar olması Cumhuriyet rejimine karşı darbeydi... 27 Mayısçılar Cumhuriyet adına bu karşı darbeye karşı darbe yapıp rejimi kurtardılar" demekteler.
Yani Demokrat Parti ağzıyla kuş tutsa bile 27 Mayıs darbesi yapılacaktı.
Bu ve sonraki darbeler sosyopolitik kaderinde yazılıydı Türkiye'nin.

Oldukça geliştik
Demokrasiyi kurtarmak için demokrasiyi askıya almak, bazılarımızın siyaset mantığının altyapısında meşru kabul edilmiyor mu?
Tabii ki her şey eskisi gibi değil.
Şimdi evrensel hukukla daha fazla içli dışlıyız.
Örneğin Ergenekon adı verilen davaya ilişkin gelişmelerde, savcıların ve yargıçların hukuk kurallarına bağlı kalmalarını hepimiz bekliyoruz.
Kaçmaları veya delilleri karartmaları ihtimali bulunmayan zanlıların ifade vermek için davet edilmeleri yerine neden yaka paça evlerinden alındıklarını veya tanık olmaktan öteye konumda bulunmayan kişilerin neden suçlularmış gibi teşhir edildiklerini anlamakta zorlanıyoruz.
Sami Selçuk'un anlatımıyla "Bir davanın siyasi içerikli olmasının, o davayı siyasallaştırmak anlamına gelmemesi gerektiği" yaklaşımını hepimiz benimsiyoruz.
Ama bazılarımız da, evlerde bulunan cephaneliklerin, faili meçhul cinayetlerin, dijital ve analog muhtıraların tam olarak anlaşılmasını pek istemiyor sanki.
Hatta bazılarımız "Doğrudan faşizm"in üzerine gitmek yerine "Liberal faşizm nedir" benzeri geyik muhabbetlerine takılmayı tercih ediyorlar.

Liberal faşizm
Sanki onları Hrant Dink'i öldüren veya Malatya'daki kitabevinde katliam yapan ideoloji değil de, "Türkiye Avrupa Birliği'nin temsil ettiği liberal demokrasinin hukuki ve siyasi altyapısına uymalıdır" diyen liberal düşüncenin sahipleri daha fazla rahatsız ediyor.
En garip durum da, bütün bu farklılıkların, bir Genelkurmay davetinde buharlaşması değil mi?..
Ama bu coğrafya böyle işte.
Hani konuşan iki kişiden biri, üçüncü bir kişi için "O delidir" demiş ya.
Bunu dinleyen kişi "Kimden bahsediyorsun " diye sormuş.
Üçüncü kişiye "Deli" diyen kişi de onu tanımlamak için anlatmaya başlamış:
- Uzun boylu, şişman ve kısa boylu zayıf bir adamdır o...
Dinleyen şaşkın "Hem kısa, hem uzun, hem zayıf, hem şişman diye anlatıyorsun o adamı" diye tepki gösterince anlatan gülmüş.
- Delidir dedim ya, demiş.
Bu coğrafyada bazıları da hem demokrat hem darbeci, hem solcu hem sağcı olabildiklerine göre, aynı anda hem liberal hem de faşist olunabileceğini neden düşünmesinler ki?


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın