kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Nisan 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Hayatta hayır demek de bir isyandır

OLKAN ÖZYURT
10.04.2009
Yıldızı uluslararası alanda gittikçe parlayan bir yönetmen Reha Erdem. Filmlerinin değeri biraz gecikmeli anlaşılsa da o sinemasıyla, 'yıkanmak istemeyen çocuklara' isyan bayrağını çekmelerini öğütlüyor. Erdem'e göre hayatta 'hayır' demek bile bir isyan şekli..
Reha Erdem her filmiyle seyirci şaşırtmayı başarıyor. Filmografisinde şimdilik beş film var ve beşi de ses getirdi. 'Şimdilik' diyoruz çünkü bu gidişle Erdem önümüze daha çok film koyacak.
Berlin Film Festivali'nde gösterilen ve oldukça beğenilen Hayat Var'ın vizyona girmesi vesilesiyle Erdem'in kapısını çaldığımızda yeni filmi Kosmos için Kars'ta olduğunu öğrendik. Tabii hemen soluğu yanında almak farz oldu bizim için.
Erdem, Yeni Türk Sineması'nın en başarılı yönetmenlerinden. Her çektiği filmle uluslararası alanda merak ve ilgi uyandıran, alkışlanan, ödüllendirilen bir isim. Hayat Var'da sinemasının belirgin temalarından 'büyüme meselesi'ni bu sefer biraz sert bir şekilde tartışmaya açıyor. Beş Vakit'te uzaklaştığı İstanbul'a tekrar dönerken kentin kıyısında yatalak dedesi ve babasıyla yaşayan Hayat'ın yaşamına odaklanıyor. Fakat bu odaklanmada aşksızlık ve sevgisizlik de büyüme teması kadar önemli bir mesele olarak önümüze geliyor. Hayat'ın tüm bunlara mırıldanarak içten içe başlattığı isyan da giderek büyüyor...
Erdem vakti zamanında ruhen evden gidebilmenin insanı özgürleştirdiğini söylemişti. Evden bir çok kereler gitmiş bir insan olan Erdem'le, özgürleşmeyi, büyümeyi, kendi yaşamına da projeksiyon tutarak, 'evden çok uzakta', Kars'ta konuştuk.

- "İnsanlar ikiye ayrılıyor: Evden gidebilen ve gidemeyenler. Evet, filmlerimde fiziki anlamda bu gözüküyor ama ben daha çok ruhen evden gidebilmenin önemini anlatmaya çalışıyorum. İnsan olabilmek, özgür olabilmek ruhen bu evden gitmeyle ilgili," demiştiniz. Siz ne zaman evden gittiniz?
- Ben evden gitmedim ama ev benden gitti. (Gülüyor) Çocukken annemlerden ayrı büyüdüm. Babam subaydı ve İstanbul dışına tayini çıkınca ben İstanbul'da annemlerden ayrı, büyüdüm. Bu da benim hem derdim oldu hem de kurtuluşum. Benim kastettiğim anlamda gitmeyi de bu durum kolaylaştırdı. Çünkü çocukluktan büyüklüğe geçişimde daha özgürdüm. Ama bende gitmeler çok. Galatasaray'da yatılı okumam, Fransa'ya gitmem hep evden gidişlerdir.

- Galatasaray Lisesi bu 'gitmeye' neler kattı?
- Aslında yatılı okumak çok iyi bir şey. İlk yıl çok zor gelmişti. Evden uzak olma duygusu, soğuk koridorlar, koca koca binalar biraz ürkütmüştü beni. Ama bizim kültürel eğitimimizde artık olmayan birlikte olma duygusunu iyice yerleştirdi. Hani birbirini kollayacaksın, sırrını saklayacaksın. 13-14 yaşlarındayız, yaklaşık 100 çocuk sabah akşam birlikteyiz ve 20 yaşına kadar birlikte büyüdük. Bu acayip bir şeydi.

- Tabii sinema virüsünün size bulaşması da bu yıllara tekabül ediyor?
- Evet, Galatasaray'da kültür önemliydi. Zaten okulun içerisinde büyük bir tiyatro salonu vardı. Hâlâ bayılırım o salona. İlk beni bozan o tiyatro salonudur. Kısa kısa filmler çekiyorduk lisedeyken. Politik filmler çekip militan sinema yapıyorduk. Bir yandan Godard sineması yapmaya çalışıp diğer yandan propaganda sineması yapıyorduk. Ama o zamanlar da 'pankart çekmeyelim, göze sokmadan anlatalım!' diye diretiyordum. Hâlâ aynı fikri savunuyorum.

- Önce Boğaziçi'nde tarih okudunuz sonra da o dönem için radikal bir karar alıp Fransa'ya sinema okumaya gittiniz. Yine bir gidiş...
- Tarih benim tek tercihimdi. Zaten sinema okumaya Fransa'ya gidince 'çocuk iyice yoldan çıktı,' diye düşündü bizimkiler. Ama Boğaziçi Üniversitesi çok iyi geldi bana. Galatasaray Lisesi'nin son yılları, Türkiye için çok sıcak günlere denk gelir. Biz de o sıcak günlerin ortasındaydık. Çok yüksek bir angajmanım vardı. O yılların Türk solunun kilitleyiciliği içerisinde Boğaziçi'nde olmak iyi oldu. Entellektüel bir özgürlük alanı vardı. Ben Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü'ndeydim. Kulüplerin imkânları da oldukça iyiydi. Mesela kameramız vardı bizim. Ki o dönem bu kulüplerde bulunan insanların hepsi bugün 'önemli' insanlar oldular. Biz de kolektif işler yapmaya çalıştık. Ama şunu anladım, ne kadar uğraşırsan uğraş, amatör kalıyorsun. Bu iş böyle olmayacak diye Fransa'ya gitim.

- Fransa'daki yaşam nasıl bir perspektif kazandırdı size?
- Galatasaraylı olduğum için pek yabancılık çekmedim. Ayrıca ne kadar sinemayla ilgili dergi okuyorsam Fransa menşeliydi ve Fransa kültürel anlamda bugün olduğu gibi yozlaşmış değildi. İlk zamanlarda biraz bocaladım. Türkiye'de hayatım rahattı ama Fransa'da o kadar rahat olmadı. Ama okuduğum okul gerçekten iyiydi, avant-garde sinema, resim ve sinema, felsefe derken dolu dolu geçti. Sekiz, dokuz yıl Fransa'da kaldım. Şu an yapmaya çalıştığım sinemayla olmaya çalıştığım yer, bu okul yıllarımda aldığım eğitimden kaldı.

ÖZGÜRLÜĞÜ BIRAKMAK İSTEMİYORUM
- Artık daha sık film çekiyorsunuz, neler değişti?
- A Ay'ı çekmek o kadar zordu ki; tamamen eş dost desteğiyle çektim o filmi... Filmin borçlarını ödemem yıllar sürdü. Bir de hiç bir yere ait olmayan sinema yapmak çok lüks. Bir dönüşü olmama ihtimali olunca sinema yapmak çok pahalı oluyor. Ama özgürlüğü bırakmak istemiyorum. İşte borçları ödemek ve biraz para kazanıp yeni film çekmek zaman aldı. Ama şimdi her şey yolunda. İyi bir ekip kurduk. Beş filmdir birlikteyiz. Ve herkes özveriyle çalışıyor. Dilerim bu böyle devam eder.

- Ve aradaki zamanı kapatırcasına boş durmuyorsunuz. Bir film çekip bitiriyorsunuz hemen yenisine başlıyorsunuz.
- Evet, boş duramıyorum. Mesela Kosmos tamamen Gezici Festival'e gelip Kars'tan etkilenince ortaya çıktı. Biliyorsun o zaman başka bir senaryo üzerinde çalışıyordum. Ama bu en hızlısı oldu. Korkuyorum Anne'nin senaryosunu 3.5 yılda yazdım. Ama bir film bitince hemen işe gider gibi masa boşuna oturup çalışıyorum. Çalışmak, film çekmek sonra montaj yapmak hayatta ki en güzel şey.

- Şimdi, sınır kenti Kars'tayız. Hayat Var bir kıyıda geçiyor, Beş Vakit'te bir sınır durumu vardı. Ne ifade ediyor kıyı ve sınırlar sizin için?
- Aslında bu bir duygu. Biz kendi kıyılarımızdan öteye gidelim, önümüze koyulan sınırları aşalım duygusu. Hayat Var'da da böyle. Kötü koşullarda küçük bir kız ama Hayat orada filizlenebiliyor. Bu önemli değil mi?

- Hayat Var, Berlin'de iyi karşılandı, hatta neden ana yarışmaya alınmadı diye festival eleştirildi, filmin seyirciyle iletişimi umduğunuz gibi mi?
- Hayat Var'ın nasıl algılanacağını çok merak ediyordum. Berlin, filmi ana yarışmaya alıp almamak arasında karasız kaldı. Bizi çok beklettiler ve sonunda Forum bölümünde gösterildi film. Ama film Belin'de çok iyi karşılandı. Ben de ilk defa gittim Berlin'e... Ama Berlin'de olmak, iyi tepkiler almak yarışmada olmak kadar önemliydi benim için. Bir de bir gazete ödül verdi. Türkiye'de ilk önce Antalya'da gösterildi. Orada da sinemacılar, sinema yazarları büyük bir coşkuyla karşılandı. Şimdilik filme gelen tepkilerden memnunum.
Haberin fotoğrafları