kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
1 Nisan 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

"Vaat edilmiş istikbal"e ulaşmanın somut tanımı nedir?

Önceki gün önemli bir Batı ülkesinin Büyükelçisi ile sohbet ediyorduk. Hemen her yabancı siyasetçinin ve diplomatın söylediğini o da tekrarladı,
- Türkiye istikbal vaat eden (promising) bir ülkedir, dedi.
Ben de bu diplomatın söylemine tepki gösterdim,
- Uzun yıllardır her yabancının bizim için istikbalimize dönük olumlu düşünceler açıklamasından bıktık; biz bu istikbalin artık geçmişte kalmış olmasını istiyoruz, dedim.
Bu açıdan baktığınızda yabancıların Türkiye'ye bakış açısı, bazılarımızın Deniz Baykal'a bakış açımızla aynı...
- İstikbal vaat eden genç ve dinamik bir...
Vaat edilmiş bu "İstikbal" i Baykal açısından somut bir hedefe bağlamak gerekirse, "O'nun liderliğindeki CHP'nin herhangi bir seçimi kazanması" olarak belirleyebiliriz bunu.
Peki "Türkiye" için "Vaat edilmiş istikbal" in somut tanımlamasını nasıl yapabiliriz?
Atatürk'ün koyduğu "Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" her yana çekilebilecek soyut bir hedef.

Hangi hedef
Örneğin eski Sovyetler Birliği uzaya gidebilecek kadar çağdaş uygarlığa sahipti ama çoğulcu demokrasi ve insan haklarından haberleri yoktu.
Şimdi de İran nükleer çağa girmiş durumda değil mi?
Veya Çin'de sanat da, ticaret de, sanayi de yukarı düzeylerde... Çeşitli yayınlara göre mesela Çin'de 20 milyon kişi keman çalabiliyormuş.
Bizim toplumumuzda bazıları da vaat edilmiş istikbali, kişi başına düşen ulusal gelir payı rakamlarına bağlamayı denerler...
Şu söylemi kimbilir kaç kez ve kimbilir kaç değişik dönemde duymuşuzdur:
- Kişi başına düşen ulusal gelir payı 10 bin doları geçtiği zaman Türkiye'de bütün temel sorunlar çözüme kavuşacaktır.
Dün Anadolu Ajansı'nın geçtiği haberi görünce kişi başına düşen 10 bin dolarlık ulusal gelir payının da bir anda beklenilen vaat edilmiş istikbal olmadığını anladım.
Haber özetle şöyleydi:
"Türkiye'nin milli geliri, 2008 yılı itibariyle 741.8 milyar dolara, kişi başına milli gelir ise 10 bin 436 dolara ulaştı.
TÜİK verilerine ve 2009 Yılı Programı'ndan yararlanarak yapılan hesaplamalara göre 2003 yılında 304.1 milyar dolar olan milli gelir, 5 yılda yüzde 144 arttı ve geçen yıl itibariyle 741.8 milyar dolara çıktı.
Milli gelir 2004'te 392.9, 2005'te 483.9, 2006'da 530.6, 2007'de 648.8 milyar dolardı. 2003 yılında 304.1 milyar dolar olan GSYH 5 yılda 437.7 milyar dolar artış gösterdi.
Kişi başına milli gelir ise ilk kez 10 bin doları geçti."
Şimdi bu 10 bin dolarlık hedefin de fazla bir anlam taşımadığını anlamak durumundayız.

Özal olmasaydı
Ama bu gecikmeli anlamak veya hiç anlamamak durumları bizim için adeta bir gelenek halinde.
Antalya'da Belediye Başkanlığı'nı CHP adayının kazandığını duyduğunda Başbakan Erdoğan'ın verdiği tepkiyi hatırlayın:
- Ama biz Antalya'ya çok hizmet etmiştik... Ben tam 28 kez gittim Antalya'ya ve her seferinde bir hizmetin açılışını yaptım...
Demek 10 bin dolar kişi başına gelire ulaşmak veya köprü, baraj, yol, altüst geçitler gibi hizmetler sunmak da, seçmen için sorunların çözümlendiği anlamına gelmiyor.
Bunları yapanlar sadece kubbede bir hoş sada bırakıyor.
Bugün bile ihracata, Anadolu Kaplanları'na, turizm hamlesine, çok kanallı televizyonlara bakıp "Özal olmasaydı bunlar olmazdı" diyenler o kadar çok ki.
Ama Özal'ın son döneminde ANAP oy yoksulu olmamış mıydı?
Neticede "Devlet Adamı" rütbesine ulaşmış siyasetçinin "gelecek seçimi" değil "gelecek kuşakları" düşünerek icraat yaptığı genellemesi, galiba doğru bir tanımlamadır.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın