kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
15 Mart 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Romanlarını bilgisayarda yazan Türkali, kitabındaki 40 sayfalık bölüm kaybolunca şok yaşamış.

Dünya görüşümden hiç ödün vermedim

FİGEN YANIK
06.03.2009
Vedat Türkali, Yalancı Tanıklar Kahvesi adlı yeni romanında okuru 1970'ler Türkiyesi'ne götürerek sol hareketin önündeki engellerin ve 12 Eylül askeri darbesinin nedenlerini sorguluyor. 90 yaşındaki usta yazar, kaleminin yaşlanmayacağını kanıtladı..
Vedat Türkali'nin adını ne zaman duysam, çocukluğumda evin kütüphanesinde duran, ancak üniversite yıllarımdan sonra okuduğum Bir Gün Tek Başına romanıyla sonradan bestesi de yapılan İstanbul şiirindeki "Boşuna çekilmedi bunca acı..." dizesi gelir ilk olarak aklıma... 2004'te yayımlanan Kayıp Romanlar'dan beş yıl sonra hiç tahmin etmediğimiz bir anda yayımlanan yeni romanı üzerine konuşmak için Cihangir'deki evine doğru yürürken de heyecanımı yenmek adına, içimden hep o şarkıyı mırıldanıyordum: "Boşuna çekilmedi bunca acı İstanbul..." Doğup büyüdüğü topraklarda yaşanan acılara, ayrımcılığa, haksızlıklara, bağnazlığa yalnız tanık olmakla kalmayıp, aynı cesaretle karşı da duran Vedat Türkali, 90 yaşına gelse bile bu yoldaki tanıklığını unutmamaya kararlı olduğunu Yalancı Tanıklar Kahvesi romanıyla bir kez daha kanıtlıyor. Türkali, Türkiye'yi 12 Eylül 1980 askeri darbesine götüren nedenleri sorgularken bir yandan da "Sol hareket neden başarılı olamadı?", "Gerçekten sadece halktan kopuk olduğu için mi, yoksa dini yok saydığı için mi?" "Aydınların tanıklığına ne kadar güvenilmeli?" gibi sorularla çıkıyor okurun karşısına. Dönemin tanıklarını ya da kahramanlarını huzursuz eder mi, etmez mi bu roman bilinmez... Ama Vedat Türkali, yaşananlar için haklı bir 'neden' arayışını sürdürecek anlaşılan. Bizi çalışma odasındaki masasında, önünde dizüstü bilgisayarı, son okuduğu kitaplarıyla karşıladı Türkali... Kulakları ağır işittiği için tane tane konuşmamız gerektiğini hatırlattı sevecen bir sesle... Sonra ilk tanıştığı herkese yaptığı gibi "Romanın tamamını okudun mu? Benim hangi kitaplarımı okudun daha önce? Türk ve dünya edebiyatından kimleri biliyorsun?" sınavından geçirdi. Sınavı geçtim mi, yoksa ikmale kaldım mı bilmiyorum, ama sonraki iki buçuk saate doyamadım. Nâzım'dan Orhan Pamuk'a, Yaşar Kemal'den Kemal Tahir'e... Ben bu dersi sevdim hocam, kalıp dersimi sizden almaya razıyım... Siz çok yaşayın!

- "Durmak, susmak, unutmak, unutturmak yok," diyorsunuz bir kez daha... Üstelik beklenmedik bir anda, tartışma yaratacak iddialar ve gerçeklerle... Ne varsa, eski tüfeklerde mi var hâlâ?
- Ben demiyorum, roman kahramanı Muhsin, yaşadığı somut olay için söylüyor o sözleri... Yazarıyla roman kahramanını birleştirme yanlışlığına çok düşülüyor nedense. 'Eski tüfek' sözünü de hiç sevmem.

- Marquez'in 'Anlatmak için yaşamak' düşüncesi sizin için de geçerli... 'Daha anlatmak istediğim çok şey var' diye mi başlıyorsunuz güne?
- Roman anlatıdır. İşine bağlı her romancının temel çabasının o olması gerekmez mi?

- Bir ömür, her şeyi anlamaya ve anlatmaya yeter mi?
- Yeter mi?

- Okuru Türkiye'yi 12 Eylül 1980 askeri darbesine hazırlayan çalkantılı yıllara götürüyorsunuz. Neden? 2009 Türkiyesi'ni, bizi bugünlere getiren nedenleri anlamak için o yılların daha iyi sorgulanması gerektiğini hatırlatmak için mi? Yoksa o yılların tanıkları arasından hem yolundan 'dönenler' hem de 'dönmeyenleri' yüzleştirmek mi istediniz?
- Yapılmasını istediğim şey, ülkemizin temel toplumsal yapısını doğru saptama çabası... Olayların gelişmesi, ülkede tüm olup bitenler temel yapı doğru kavranmadan anlaşılmaz.

- Romanın hareket noktası sanki ilk sayfada çıkıyor karşımıza; 'Biz hep bir şeyi yanlış yaptık bu ülkede... Neyi yanlış yaptığımızı da bilemedik...' Bu sorgulamanın bugün hakkıyla yapıldığına dair işaretler alıyor musunuz çevrenizden?
- Keşke alabilseydim! Böyle bir roman yazmaya da kalkışmazdım belki.

- Roman kahramanınız Muhsin, ne doğup büyüdüğü muhafazakâr aile yapısı içinde ne de uğruna hapis yattığı sol hareket içinde kendine bir yol bulabiliyor. O kadar çok 'Peki sence ne yapmalıyım?' diye soruyor ki etrafındakilere, onun herhangi bir dava uğrunda başarılı olabileceğine zorlasam da kendimi inandıramadım. Doğru bir yol bulmak bu kadar zor muydu o yıllarda gençler için? Bugün kolay mı?
- Kolay olsaydı, böyle mi olurduk şimdi? Türkiye'nin tarihinden gelen sosyoekonomik dokusu açık seçik bilinmeden çözüme varmak olacak şey değil. Muhsin de o şaşkınlığı yaşayan biri. O durumda nasıl başarılı olabilir ki! Romancı olarak bana düşen, durumunu doğru sergilemek. Romandaki kişilerin tümüne de bu anlayışla yaklaşılır. Romandaki herkes gibi o da kendinden sorumludur. Ben toplum için kahraman yaratmaya çalışmıyorum. Roman için gerekli kahramanları anlatıyorum.

HALKA YABANCILAŞMA HALKI YABANCILAŞTIRIR
- Server Tanilli, Güven romanınızı, 'Solun solla kavgası' olarak yorumlamıştı. Yalancı Tanıklar Kahvesi bu kavgaya 'din' eksenini de ekliyor. Sol hareketin, Türkiye'de başarılı olamamasının nedenlerinden biri halktan kopuk olduğu kadar, dini yok sayması mı gerçekten?
- Tanilli'nin böyle bir yargısını anımsamadım. Tüm roman boyu tartışmaya getirilen sorunların basite indirgenmesini doğru görmem. Halka yabancılaşma, halkın da yabancılaşmasını getirir. Din, halkın yaşam biçimini doğrudan etkileyecek ağırlıkta toplumsal kurumdur. Yağma, soygun düzeninin büyük rant sağladığı temel yapı değişmeden inançları düzeltmeye kalkmak boş çabadır. Bütün roman boyu bu anlatılmışları yinelemeye gerek var mı?

CHP Mİ? ADAMI GÜLDÜRMEYİN!
- CHP'nin şimdi çıkıp çarşaşı seçmenlerine rozet takması, bu eksikliği fark edip, gidermenin yollarını arama çabası olabilir mi?
- Yeni bir aldatma çabası olabilir ancak. Önemli olan çarşaşı, çarşafsız soyulanları, bu soygun sömürü yapısından kurtarmaktır. CHP mi yapacak bunu? Adamı güldürmeyin!

- Romanı okuyup, 'Vedat Türkali, yaşı ilerlediği için dini hatırladı,' biçiminde yorumlara kalkışanlara ne yanıt verirsiniz?
- Gülerim, ne diyeceğim? 'Önce okuduğunuzu doğru anlayın,' derim.

- Bir solukta okunup, bırakılacak bir roman değil Yalancı Tanıklar Kahvesi... Yine düşünmeye, sorgulamaya, kişiler ve kaynakları araştırmaya çağırıyorsunuz. Kaç yılda tamamladınız 400 sayfalık böylesine kapsamlı bir romanı?
- Bir yılı aşkın çalışma ürünü, 40 sayfaya yakın 'anahtar bölüm' bilgisayarda kayboldu. Tam bir şok geçirdim. Kendime gelip yeniden başlayabilmem altı ayı buldu. Sonrası da üç yıl sürdü sanırım.

- Senaryolarınız ve yönettiğiniz filmlerle bir sinema emekçisi olarak, Türk sinemasının son yıllardaki canlanışı ve yurtdışındaki başarıları sizi de heyecanlandırıyor mu?
- Kulağım ağır işittiği, altyazısı olmadığı için Türk filmlerini izleyemiyorum. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmini izleyip sevmiştim en son. Kendine özgü bir resim zevki olan yönetmendi. Ama son filmlerini bilmiyorum. Zeki Demirkubuz'un Masumiyet filmini de beğenmiştim. Derviş Zaim'i de beğenirim.

İHSAN OKTAY ANAR'I BEĞENDİM
- Genç yazarların neler anlattıklarını merak ediyor musunuz?
- Hepsine yetişemiyorum genç yazarların. Hasan Ali Toptaş'ı bugünlerde okuyacağım. İhsan Oktay Anar'ın iki üç romanını okudum, beğendim.

- Roman kahramanlarınızdan biri 'Her ne olursa bir şeye inanmanın güç kazandıracağını,' söylüyor. Size en çok ne güç verdi hayat yolculuğunuzda?
-Aklımla inandığım dünya görüşüm. O görüşümden yaşamım boyu ödün vermemeye çalıştım.
Haberin fotoğrafları