kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Mart 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
EMRE AKÖZ

Hani Türkiye, Üçüncü Dünya ülkesi olacaktı?

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ankara ziyaretinde, Başkan Obama'nın bir ay içinde Türkiye'ye geleceğini açıkladı.
Bu haber beni şaşırtmadı.
Çünkü yeni ABD yönetimi, Başkan Bush döneminde kanlı bıçaklı olduğu odaklarla (örneğin İran ) masaya oturmaya hazırlanıyor. Ayrıca Irak'tan da asker çekecekler.
Böyle bir dönemde, Türkiye'yi ziyaretten daha olağan ne olabilir?
ABD yönetimi doğacak boşlukları Türkiye'nin doldurmasını isteyecektir.
Zaten Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, Clinton ile yaptıkları görüşmede, ikili ilişkileri değerlendirdiklerini belirttikten sonra, 'Stratejik ortaklığımızı karşılıklı olarak teyit ettik' dedi.
Belli ki Ankara, yeni dönemde, bölgenin etkin aktörü olarak kendisine avantaj sağlayacak bir rolü oynamak istiyor.
Böylece devletlerarası rekabette ileriye doğru bir hamle yapmış olacak.
Gelin şimdi geçmişe uzanarak, dün olup söylenenleri, bugünkü gelişmelerle karşılaştıralım:
Başbakan Erdoğan'ın Davos tavrının olumsuz bir puan olmadığını, tam tersine Türkiye'ye yarayacağını, çünkü yeni dönemle uyumlu olduğunu defalarca söyledik.
Buna karşılık kimileri, Kasımpaşalılıktan dem vurarak ya da mesela 'Türkiye Yahudi cemaati çok tedirgin' filan diyerek karamsar bir hava yaratmaya çalıştı.
Bazı gazetelerin hafta sonu ilaveleri, Başbakan Erdoğan'ın 'monşer' eleştirisine laf yetiştiren emekli büyükelçilerle yapılmış röportajlarla dolduruldu.
Böylece Dışişleri Bakanlığı kadrolarında ciddi bir rahatsızlık varmış havası yaratılmak istendi.
Daha da geriye gidelim mi?
Irak'ın ABD tarafından işgaliyle ilgili, 2003'teki ünlü 1 Mart tezkeresi döneminde neler dendiğini hatırlayın.
Tezkere, Meclis'ten geçmezse, "Türkiye, uluslararası siyasetten ve dolayısıyla küresel ekonomiden soyutlanmış, zavallı bir ' üçüncü dünya ülkesi' olacak" diye yazmadılar mı?
Tezkere, Meclis'te kabul edilmeyince de "ABD'nin gazabından korkun, mutlaka bunun öcünü alacak" demediler mi?
İşte uzman geçinen bu uydurmacıların hepsi yanıldı.
Çok değil altı yıl önce o satırları yazan gamlı baykuşlar, hâlâ köşelerinde oturuyor.
Bunlardan biri dahi çıkıp özeleştiri yaptı mı? 'Pardon' dedi mi? Hayır! Eskiden neyi nasıl yapıyorlarsa, şimdi de aynen devam ediyorlar.
Siyasi ve ideolojik kutuplaşmanın işte böyle bir yararı var:
Normal şartlarda, hataları tekrarlayanların, yalan söyleyenlerin, saptırmaya başvuranların sistem tarafından elenmesi gerekiyor.
Kutuplaşma ortamında ise kişi gerçeğin değil savaşın parçası oluyor.
Bu sayede, ne kadar saçmalarsa saçmalasın, yoldaşları, 'Aman fire vermeyelim, dayanışmayı bozmayalım' kaygısıyla ona dokunmuyor.
Yalanlar, hatalar, uydurmalar; kişinin ortaya koyduğu olumsuz özellikler değil de, düşmana sıkılan kurşunlar olarak algılanarak teşvik ediliyor.
Sürekli yanılmalarına ve bin bir çeşit mesleki ahlaksızlığa başvurmalarına rağmen hâlâ yerlerinde kalmaları başka nasıl açıklanabilir?
Bitti mi? Ne münasebet!
Olayın bir adım ötesi şu: Karşı cephede yer alanlar transfer edilerek, oradan buraya değil, buradan oraya ateş etmeleri sağlanıyor.
Böylece profesyonel tetikçilik ödüllendirilmiş oluyor. Ne alâ iş değil mi?


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın