kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
28 Şubat 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Cumartesi SABAH  
BÜLENT DENLİ
Cazır cuzur

Fatih Erkoç'un hedefi Grammy

İlk enstrümanını eline aldığında üç-dört yaşlarında olduğunu söyleyen ünlü müzisyen Fatih Erkoç'la müzik serüvenini ve geleceğe yönelik projelerini konuştuk.
Yarım asırlık müzisyen deyince gözünüzün önünde nasıl bir tablo canlanır? Peki, Fatih Erkoç tam yarım asırdır müzikle uğraşıyor dersem ne düşünürsünüz? Doğrusu ben Fatih ile 'yarım asır' kavramını yan yana getirmekte zorlandım. Fatih Erkoç doğuştan müzisyen derler ya, işte o takımdan. Yaşı kadar müzik geçmişini şöyle özetliyor: "İlk enstrümanı elime aldığım zaman üç-dört yaşındaydım.
Tam 55 yaşını bitirmiş biri olarak 50-51 yıl müzikle iç içelik var. Babam udi olduğu için müzikle doğdum diyebilirim. Konservatuvar öğrencisi iken 16 yaşında sahneye adım attım ve tam 40 yıldır da profesyonel olarak sahnedeyim." Evet, Fatih Erkoç ile keyifli bir sohbet yaptık. Özelini genelini ben sordum, o cevapladı.

- Konservatuarda trombon ve piyano eğitimi aldın. Ancak gel zaman git zaman her türlü müzik aletini çalar hale geldin. Bundan memnun musun?
- Önce şunu söylemeliyim. Müzisyen olmak istiyorsan dünya çapında olmayı amaçlaman lazım.
Bunun için de çok çalışmak gerekir ama, benim gibi beş tane on tane enstrüman çalacaksan böyle bir şansın yok. Hiçbirinde dünya çapında olma şansın yok. Klasik müzisyenlere bakın, Fazıl Say, belki başka bir enstrüman da çalıyordu ama hiç zannetmiyorum. Beş saat, altı saat ayırıyorsa çalışmaya, onu piyanoya ayırıyor. Artık yolunu almış biri olarak, hepsini silip tek enstrümana yönelmem çok zor.

- Ana sazın trombon üvey evlat kaldı galiba?
- Enstrümanların hepsini seviyorum. Zaman geliyor trombon çalmak durumunda kalıyorum. Zaman geliyor ut çalıyorum. Çok da zevk alıyorum. Caz çalarken duygularım en yüksek noktaya erişiyor. Kerem Görsev'in triosuyla yakında bir caz CD-DVD'miz çıkacak. Bu arada Türk müziğini de seviyorum, cazı Türk müziğiyle sentezlemek istiyorum. Lirik tarih gösterisinde Sultaniyegah Peşrev'i icra edişim gibi. Sentez ama bilinçli bir sentez. Becerebilirsem hoşuma gidecek.

EŞİM MEHLİKA ÇOK ANLAYIŞLIDIR
- Eşinizin müzikle arası nasıl, o da müzisyen mi?
- Hayır değil. Ama eşim Mehlika çok anlayışlı. Tabii müzisyen, müzisyenden sonra da sanatçı unvanını alan birisinin eşi olmak çok kolay değil. Koç burcuyum, çok kolay bir insan olmayabilirim zaman zaman, sinirli bir yapıya sahibim ama son yıllarda kendimi biraz eğittiğimi düşünüyorum. Hani 'İşini evine getirme,' falan derler ya. Ama benim işim sürekli evde, bir odam var. Orada durmadan müzik icra ediyorum. Dolayısıyla çoğu eş buna tahammül edemeyebilir.

- Senin bir de Norveç maceran var ama fazla bilgimiz yok doğrusu...
- Orada sırf müzikle uğraştım. Başka bir şey yapmadım. Norveçli bir bayanla evlendim. Kötü giden bir evliliği gurur meselesi yapıp bitiremediğim için 11 yıl orada kalmak zorunda kaldım. Kulakları çınlasın Neşet Ruacan, kardeşi Nükhet Ruacan ve ilk başlarda da Emin Fındıkoğlu ile de orada müzik yaptık. Onlar bir-iki sene içinde döndüler. Evlilik olmasaydı ben de onlarla dönmüş olacaktım. Biriki yıl yeterli.

- Nasıl başladı bu macera?
- 1973-1975 arası Ankara Ordu Evi'nde askerdim. Neşet ağabeyler Emin Fındıkoğlu'nun şefliğinde bir grup kurup İsviçre'ye gitmişler. Bana bir mektup yazdılar. Norveç'teiki-üç aylık bir iş almışlar. Kulakları çınlasın davulda da Cankut (Özgül) Ağabey vardı. Ben de Özdemir Erdoğan Orkestrası'nda İstanbul'da Cankut Ağabey ile beraber çalışmıştım. Beni Emin Fındıkoğlu'na methetmiş. 'Fatih güzel şarkı söyler, flüt çalar, trombon çalar,' deyince, bana kontrat yolladı. O iş bitince Emin Ağabey Türkiye'ye döndü. Ruacanlarla bir süre daha kaldık, ama onlar da döndü. Dediğim gibi ben evli olduğum için kaldım, ama orada dört yıl bir Alman müzisyenin orkestrasında çaldım ve çok şey öğrendim..

- Türkiye'ye dönüş kolay oldu mu?
- Yaşım herhalde 39 falandı.
Döndüğümde beş kuruş param da yoktu doğrusu. Ve hemen katıldığım Kuşadası yarışmasını kazandım. Her şey rayına girdi. Güzel bir evlilik de oldu. Umduğumdan fazlasını buldum.
1992 yılında Ellerim Bomboş albümü tutup da beni bütün Türkiye'ye tanıtınca yol açılmış oldu. İnsanların bana gösterdiği sevgi ve saygıyı daha çok hissetmeye başladım.

CAZI BİR DE ONDAN DİNLEYİN

- Türk halkının cazla ilişkisini nasıl buluyorsun?
- E tabii, biraz Müslüman mahallesinde salyangoz satmak terimiyle paralel gibi. O kadar kötü değil ama gelişiyor. Mesela İstanbul Caz Festivali'ne insanlar akın akın gidiyor. Dolayısıyla caz seven insan sayısı az değil. Çaldığımız bazı kulüplere de geliyorlar. Ama daha da çok olması lazım. İnsanlar caz müziğinden ürkebilirler. Ama şunu söyleyebilirim ki, sevmedikleri bir tarz bile olsa caz müziği, benden dinlediklerinde eminim ki yüzde 90 hoşlarına gidecek. Bunu yaşıdığım için söylüyorum. Ama Türk halkı olarak gelişmeyi istiyorsak şayet, daha çok caz ve daha çok klasik batı müziği dinlememiz lazım.Türk sanat müziğiyle uğraşanlar, Türk halk müziğiyle uğraşanlar bana darılmasın, ben en az onlar kadar iki müziğe de emek veriyorum. Zaman zaman türkü de türk sanat müziği de söylüyorum. Caz ve klasik batı müziği insanı daha çok çağdaşlaştırır diye düşünüyorum.

- Yeni hedeflerin nedir?
- Son günlerde Grammy'nin sesi biraz daha fazla duyulur oldu. Sertab'dan duydum, Fahir Atakoğlu'ndan duydum.
Müzisyen olarak bizim amacımız ve hedefimiz Grammy almak olmalı. Dünyaya hitap eden müzik yapmak demek bence bununla paralel. Grammy aldığın zaman da dünya müzisyeni olduğunu ispatlamış oluyorsun.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın