kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
16 Şubat 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Eski yoksulluk yeni çare

Son zamanlarda gerek siyasette gerekse basında en çok tartışılan konu halka yapılan maddi yardımlar oldu. AKP'li belediye başkanları kadar valiler de görev yaptıkları mahallerde yoksullara eşya dağıttılar. Muhalefet bunu şiddetle eleştirirken Başbakan Erdoğan aynı şiddetle savundu, tüm bu oluşumun adını sosyal devlet olarak koydu. Giderek yardım dağıtımının sosyal devletin yükümlülüğü olduğunu belirtti. Bunun üstüne bu iki kavrama, yoksulluk ve sosyal devlet kavramlarına bakmak ve özellikle yoksullukla yerel yönetim arasındaki ilişkiyi kısaca gözden geçirmek istedim. Buna bir de sol dünyanın bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini ekleyeceğim.

Eski yoksulluk çaresi
Türkiye'deki sağ iktidarlar benim aktif modernleşme dediğim bir anlayış içinde hareket etmiş ve baştan beri kalkınmayı, ekonomik büyümeyi ve yoksulluğun azaltılmasını bir hedef olarak görmüşlerdir. 1950'den beri bu böyledir. Bu anlayışın geliştirilmesinde burada ayrıntısına giremeyeceğimiz sayısız neden söz konusudur. Ama özellikle göçle birlikte metropoliten alana gelen kitlelerin yoksulluk probleminin çözülmesi 1990'ların ortasına kadar onların kent merkezlerine taşınmasıyla ilintili olarak düşünülüyordu. Bu nedenle de gerek Adalet Partisi gerekse ANAP mesela İstanbul'a köprüler yaparak o kitleleri merkeze taşımayı kendilerine amaç edindiler.

Yeni yoksulluk çaresi
1994'te iş başına gelen ve bugün AKP'nin devralmış olduğu yeni yerel yönetimler bu anlayışı tersine çevirdi. Artık kitleleri kent merkezine taşıyarak onların yoksulluk sonununu çözmek yerine 1990'ların ortasında bütün dünyada ve o arada da Türkiye'de patlamış yoksulluk ve gelişme eşitsizliği sorununu kitlelerin bulunduğu mıntıkada çözmeyi kararlaştırdılar. AKP bu nedenle 3. köprüyü yapmakta aceleci davranmadı. Çünkü kitlelerin gereksinimleri bulundukları mahalde ('mahallede' değil) karşılanıyor bu da siyasal süreci tetikleyen bir işlev görüyordu.
Sonuç olarak hem aynı tarihten başlayarak kente göçün 3. ve çok büyük dalgası yaşandı hem bu dalga ciddi bir sosyal sorun çıkmadan çözüldü hem de AKP'yi ve ondan önce aynı ideolojiyi savunan partileri siyasal olarak besleyip büyüttü.

Merkezi yönetim ve ideoloji
2002'de merkezi yönetimde iktidara geldiğinde AKP elbette İslami bir kavrayışla bu defa Türkiye ölçeğinde aynı soruna eğildi. Zekat, fitre, sadaka kısacası paylaşım kültüründen gelen bir zihniyetin yöntem olarak da Roma'yı yeniden keşfetmeye ihtiyacı yoktu. AKP'nin siyasal geçmişi yerel yönetimlerdeydi. Oradaki yöntem bu defa genel/merkezi yönetime uygulandı.
AKP, illerde valilik yönetiminde kurullar oluşturarak bir anlamda yoksulluk haritaları çıkardı ve bu defa kentteki yoksulları beslemeye veya desteklemeye başladı. Böylelikle iki önemli sonuç elde edildi.
1. AKP 2007'deki başarısını sağlayacak biçimde kitleleri yanına çekti. 2. AKP bu yolla yakın tarihin en ciddi sosyoekonomik sorunu olan yoksulluğun kentsel alanda bölünmeler ve giderek patlamalar yaratmasını engelleyerek 'sistem içi' ve bir taşıyıcıaracı parti kimliği kazandı. AKP'nin kapatılmamasının ardındaki en önemli gerekçe budur: AKP'nin kapatılmasıyla doğacak yönetim boşluğunun yol açacağı sosyal dalgalanmalardan sistemin çekinmesi.
Sistem bugün bu mantık ve mekanizma içinde işlemektedir. Bu siyasal iktidarın bulduğu ve sonuçlarını elde ettiği bir yöntemdir ama buna sosyal devlet denir mi?
Cevabım hayırdır! Gerekçelerini de çarşamba günü açıklamaya hazırım!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın