kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Şubat 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Günaydın  
ŞİRİN SEVER

Ne yaşayacağını asla bilemezsin!

Benim gibi sinema delileri için bulunmaz birkaç hafta! Oscarlık filmler, BAFTA'lık filmler, başka pek çok yerden ödüllü filmler peş peşe gösterime giriyor. Yani ortalık film kaynıyor. Al kahveni eline, düş filmlerin peşine. En büyük keyif, şu yağmurlu günlerde... Bunun için size ilk tavsiyem Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi olur. Bu yılın en çok konuşulan filmi olması, 13 dalda Oscar'a aday gösterilmesi boşuna değil. Bu film bir sanat eseri, bir başyapıt bence. Ancak size tavsiyem şudur: Bu şahane filmi görmeden, hakkındaki iyi ya da kötü eleştirileri okumayın! Sözcükler bu filmi anlamanıza yetmeyebilir, kelimeler kifayetsiz kalabilir çünkü...
O kadar yazılıp çizildi ki artık biliyorsunuzdur; Benjamin Button yani Brad Pitt, hayatı tersten yaşayan bir adam. Buruş buruş, romatizmalı, kamburlu, bir ihtiyarda olabilecek bütün hastalıklara sahip 85 yaşında biri olarak doğuyor. O andan itibaren de, normal bir insan evladının tersine, giderek gençleşiyor... (Yaşlı doğup genç ölmek mi yoksa tersi mi iyi filmin sonunda karar verirsiniz!) Yaşlı bir ihtiyar olarak doğarken küçücük bir çocuktur aslında beyinsel olarak; gençleşirken ise giderek yaşlanmaktadır... Film başlı başına ilginç yani. En başta yaşlı bir Brad Pitt izlerken, film ortasında bir içim su haliyle karşımıza çıkıyor, 'nasıl bir şeydir bu ya' diye salonda iç çekme sesleri yükseliyor. Ardından, o ilk filmlerindeki gibi gencecik, yeni yetme bir çocuk oluyor. Derken bebek... Cate Blanchett keza; 40 yaşında, üç çocuğu olan bir kadın nasıl bu kadar genç, dupduru, taze görünebilir kafayı yiyorsunuz, yemin ederim bakmaya doyamıyorsunuz! Dijital efektlerle yaratılan bu görüntüler, bir kere kafadan Oscar'ı hak ediyor.
Filmi unutulmaz kılan ise sadece bu sahneler değil; hikayedeki ihtişam ve sıradışı aşk! Benjamin beyinsel olarak küçücük bir çocuk ama görüntü itibariyle ise yürüyemeyecek kadar yaşlı bir adamken -aslında yaşıtı olan- Daisy'ye (Cate Blanchett) aşık oluyor. Hayat yollarını sürekli ayırsa da aynı yaşa geldiklerinde birlikte olmayı başarıyorlar; kader yani! Daisy de, Benjamin de 30'lu yaşlarındayken aşklarını doyasıya yaşıyorlar. Hayat akıyor tabii; Benjamin giderek gençleşmeye, Daisy'nin ise yüzünde kırışıklıklar belirmeye başlıyor. Daisy ona "Beni yaşlandığımda da, kırışıklıklarımla da sevecek misin?" diye soruyor.. Benjamin de "Peki sen beni, altıma yaptığımda da sevecek misin?" diyor. Onlar, yaşadıkları bu gariplikle ilgili şakalar yapadursun, kader yine ağlarını örüyor ve bir kızları olacağını öğreniyorlar! İşte o anda da bir duvara toslar gibi gerçeğe tosluyorlar! Çünkü giderek çocuk olacaktır Benjamin; kızına babalık yapamayacaktır. İşte o dakikadan itibaren de hüngür hüngür ağlamaya bırakıyorsunuz kendinizi. Biricik aşkı onu ne kadar ikna etmeye çalışsa da "Kızımın oyun arkadaşına değil bir babaya ihtiyacı var, ikimize birden bakamazsın" diyerek onların hayatından çıkıp gidiyor. Merak etmeyin, bütün hikayeyi anlatmadım. Çünkü, asıl bundan sonra olanlar filmi unutulmaz kılan ayrıntılar. "Hayatta hiçbir şey kalıcı değildir" diyor yönetmen David Fincher ve ekliyor: "Ama bazı şeyler de unutulmazdır..." İzleyiciye sadece bir film değil, felsefe sunuyor; hayat üzerine, aşklar üzerine, varoluş üzerine, kim olduğun üzerine, nereye gideceğin üzerine... Özetle diyor ki, filmde de sık sık vurgulandığı gibi: Ne yaşayacağını asla bilemezsin!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın