kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Şubat 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Brad Pitt yıllar geçtikçe Thelma ve Louise'deki gibi gençleşecek.

Benjamin Button: Tuhaf biçimde normal

YEŞİM TABAK
07.02.2009
Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi, Hollywood usulü görkemin ne demek olduğunu, en azından bunun zarif halinin neye benzediğini hatırlatan yapımlardan biri. David Fincher'ın romantik filmi, kusursuz sanat yönetimi, makyaj ve efektleri, starlığı tartışmaya gelmeyen oyuncuları ve bir ömre yayılan tane tane öykülemesiyle, seyirciye epik sinema konforunu sonuna kadar yaşatıyor. 13 adet Oscar adaylığı da, bunun olağan hediyesi. Makyaj ve özel efekt, adaylıkları içinde zaferin en garantili göründüğü dallar. Daha önce hiçbir filmde, aynı oyuncunun bir karakterin yaşamının tamamına yakınını canlandırdığını hatırlamıyorum. Filmin başlarındaki 'basbayağı Brad Pitt suratlı minik yaşlı adam'ın dijital yapaylıktan tamamen uzak görünmesi bir tarafa, sonlara doğru Thelma ve Louise dönemindeki kadar 'taze' bir Brad Pitt'le karşılaşmamız da, bugüne dek 'ne efektler' görmüşlüğümüze rağmen, şaşırtıcı. Ama bunun filmin en dikkat çekici marifeti olmasını iyiye yorabilir miyiz, ondan emin değilim.
Benjamin Button ağır bir klasik romandan uyarlanmışa benzese de, esin kaynağı olan Scott Fitzgerald hikâyesi çok daha muzip bir anlatım tarzının ürünü.
'Bir ihtiyar olarak doğup bir bebek olarak ölen adamın öyküsü', filmin prodüksiyon becerisiyle ihtişamlı biçimde parlarken bir taraftan da sönükleşmiş. Eric Roth'un (Forrest Gump, Münih) senaryosu, tersine yaşlanma sürecini normalleştirmek için elinden geleni yapıyor. Basitliği ve tuhaflığı başa baş giden ana fikir, filmde 'neredeyse' espriden muaf biçimde ele alınmış (Habire "Bana yedi kere yıldırım çarptığını söylemiş miydim?" diyen ihtiyarı saymazsak).
Benjamin Button'ın tuhaf hikâyesi, perdede, kağıt üstünde olduğu kadar tuhaf görünmüyor; bir yerde, fikrin kışkırtıcılığının gücünden mahrum kalmış oluyor. Roth'un tercihi, zamanın ele avuca gelmezliği, hayatın geçiciliği, yaşlılığın son noktasında bebekleşmenin ironisi gibi son derece çekici temaları geçiştirmek değilse de, üzerini "Hayatta n'olucağı belli olmaz", "Değişmek için asla geç değil" gibi yuvarlak söylemlerle 'pamuklaştırmak'tan yana (Neyse ki Forrest Gump anılarına dönerek "hayat bir kutu çikolata"dır veya benzeri bir şey demeye getirmiyor). Benjamin Button'ı izlerken, hikâyenin nasıl başka biçimde değerlendirilebileceğini düşünmek yerine, filmin Hollywood usulü 'acısıyla tatlısıyla hayat işte...' tavrına teslim olmak ve 'sinema bazen de kocaman bir pastadır' diye düşünmek mümkün. Çünkü böyle bir 'romantik epik'i olsa olsa Hollywood imkânlarıyla ve Fincher gibi bir ustanın yönetimiyle izleyebileceğimiz aşikâr. Filmin bir miktar hayal kırıklığı yaratan, ya da 'büyük film izlemenin şaşaasına'na sekte vuran tarafı, Benjamin Button'ın neredeyse baştan sona aynı duygusal tonda ilerlemesi.
Süresinin ikibuçuk saati aştığı düşünülürse, seyirciyi katılımdan biraz uzak tutan, filmin etkisini silikleştiren bir anlayış bu.
Hollywood iyi ki var; ve aynı zamanda iyi ki her sinemacı aynı sınırsız teknik olanağa sahip değil. Kısıtlamanın olmadığı yerde, yaratıcılık da, 'çoğu kez' arka plana itiliyor çünkü. Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi'nde "emeği geçen herkese teşekkürler"; yine de aynı hikâyenin kısıtlı imkânları türlü hinlikle aşmaya kalkacak 'tuhaf sinemacılar'ın elinde neye dönüşebileceğini merak etmemek güç.