kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
31 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Sosyetenin yeni acılı mutfağı

Deniz ERBİL
24.10.2008
Beşiktaş Akaretler'de, W Otel'in içinde bir süre önce açılan Spice Market, acılı ve baharatlı Uzakdoğu yemeklerini sevenler için ideal ..
Bir zamanlar ülkemizde doğru dürüst üniversite yokken, Fransa'da Sorbonne Üniversitesi'nde bazı diplomalarda 'Bon pour l'Orient' yani 'Doğu'da muteberdir' ibaresi bulunurdu. Yani bu diplomalar ancak Doğu'nun az gelişmiş ülkelerinde geçerliydi.
Nice İstanbullu kentsoylu aile, paşa dedeleri, sadrazam büyük amcalarının anlı şanlı Sorbonne Üniversitesi diploması olduğunu sanırlar, ama bu diplomanın o dönem Osmanlı toprakları dışında bir işe yaramadığı bilmezler.
Gerçi bugün de dünyanın dört bir yanında palas üniversiteler yok değil, ama bunlar artık Milli Eğitim'in süzgecinden geçiyor, diplomaları geçerli sayılmıyor. Sanat ve yeme içme dünyasında da benzer kandırmaca durumları bizler de yaşıyoruz.
Nitekim geçenlerde St. Petersburg balesinin temsilinden çıktığımda, "Vah vah! Ruslara demirperdeyi kaldırmaları yaramamış, bütün iyi sanatçılarını Batı'ya kaptırmışlar," diye düşünmüştüm. Meğer bu ünlü bale grubunun adı altında öğrencilerden oluşan devşirme bir grup bize temsil vermiş.
Yıllar önce birbiri ardına Michelin yıldızlı şefler İstanbul'u onurlandırdı. Bunların önemli bölümünün yemeklerine katıldım. İçlerinden pek azı, kendi restoranlarında sundukları yemek kalitesini bizlere reva görmüşlerdi. Büyük bölümü son derece sıradan, hatta zayıf yemeklerdi.
Dolayısıyla artık ünlü isimlerin cazibesine kapılırken daha çekimser davranıyorum; medyanın şişirmesine pek kulak asmıyor, kendi sağduyum ve gözlemlerime her şeyden daha çok güveniyorum.
Bir nedenle, Akaretler'de bir süre önce açılan New York'un üç Michelin yıldızlı şefi Jean Georges Vongerichten'in adını verdiği ve bir Türk şefe emanet ettiği restoranı Spice Market hizmete girdiğinden bu yana medyada çıkan övgüleri abartılı bulduğum için, gidip yemeklerini tatmadan önce ortalığın biraz durulmasını bekledim. Nihayet geçtiğimiz günlerde iki arkadaşımla birlikte Spice Market'in yolunu tuttuk. Akaretler'in sağ tarafta kalan binaları çok iyi restore edilmiş; köşe, W adlı bir butik otele bırakılmış. Spice Market bu otelin içinde, üst katta yer alıyor. Otelin kapısından girdiğinizde kendinizi bir otelden çok, tarihi bir köşkün modern döşenmiş girişinde hissediyorsunuz.

ZENCEFİLLİ PATLAMIŞ

MISIR İster geniş merdivenlerden, isterseniz asansörle bir üst kata çıktığınızda bara ulaşıyorsunuz. Buranın konumu, dekoru ve ışıklandırması etkileyici, kokteylleri ise özgün. Ben rakılı mojito ısmarladım. Bugüne dek tattığım rakı ile yapılmış kokteyllerin en başarılısıydı. Kokteyl için zor bir içki olan rakı hassas bir dengede tutulmuş, anason fazla öne çıkarılmamıştı. Arkadaşlarım da içtikleri farklı kokteyllerden çok memnun kaldılar. Çerezler bile orijinaldi; ortaya getirilen patlamış mısıra hazırlanırken limon kabuğu ve zencefil katılmış, bildiğimiz pop-corn'a adeta sınıf atlatılmıştı.
Bardan merdivenlerle bir kat yukarıya, restorana çıktık. Masamıza buyur edildikten hemen sonra garson, "Ismarlayacağımız yemekler başka restoranlarda olduğu gibi önce birinci, ardından ikinci yemek diye sırayla değil, mutfaktan çıktıkça getirilecek, ortaya bırakılacak," diye açıkladı. Bu konsepti daha önce İstanbul'un diğer ithal restoranları Hakkasan ve Zuma başlatmıştı. Buralarda listesi de fazla işe yaramıyor. 'Karides Tot Mon Pa' gibi açıklamalardan insanın gözünün önünde bir şey canlandırması mümkün olmuyor. O zaman ya tümüyle garsona teslim oluyorsunuz ya da yanınızda buraya daha önce gelmiş biri varsa, o rehberlik yapıyor. Biz her ikisinin de yardımıyla yemeklerimizi seçtik.

ŞARAP MI BİRA MI?
Sonuçta biri tava, yani tempura, öteki soslu olmak üzere iki çeşit balık, dülger ve lagos, karabiberli, kurutulmuş ananaslı karides, zencefilli ördek, közlenmiş patlıcanlı tortellini, üzerinde kızarmış zencefil ve pişmiş yumurta bulunan bir pilav ve bir de noodle ısmarladık. Ortadan kendimiz servis yapmaya kalkmayıp, bu işi becerikli garsona bıraktık. Patlıcanlı tortellini olarak adlandırılan bir tür mantıydı; közlenmenin bırakması gereken isli tadı alamadık. Ama bu kadar kusur, kadı kızında bile bulunabilirdi. Üzerinde durmadık. Yemeğin üzerine de 'sorbe kutusu' ve buzun üzerinde hindistancevizi sütünde meyveleri tattık.
Her bir Uzakdoğu füzyon yemeğini ayrıntılarıyla anlatmanın bir anlamı yok. Özetle belirteyim, yediklerimizin hepsi dört dörtlüktü.
Şef Jean-George'un burada fiziksel olarak bulunmayışı, yemeklere olumsuz yansımamıştı.
Buna karşılık yemekler damağı acılı spesiyalitelere yatkın kişileri bile ürkütecek denli acılı ve baharatlıydı. Bu yemeklerin yanında şarap içilmesi öneriliyordu.
Genellikle bu kadar acılı yemeklerin yanında Uzakdoğu'da şarap yerine bira tercih edilir. Zira hiçbir şarap, bu kadar biber ve baharatla baş edemez. Oysa bira listesi yoktu; sorduğumuzda Çek Budvar'ı, Japon Asahi birası gibi özel biraların da bulunduğunu öğrendik. Anlaşılan daha kârlı olduğu için şarap içilmesi isteniyordu.
Bütün bunlara rağmen buranın 'bon pour l'Oriant' bir restoran olduğu kesinlikle söylenemez.
Gerçi her gün gelinecek bir yer de değil, ama yılda birkaç kez keyifle yemek yenebilir. En azından böyle bir yerin var olduğunu bilmek bile insana güzel bir duygu veriyor.
Haberin fotoğrafları