kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
26 Ocak 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
OKUR TEMSİLCİSİ
Okur Temsilcisi

Şu sorumsuz medyamız

Herkes nasıl 'kendine demokrasi' peşindeyse, herkes kendine hizmet eden bir medya peşinde. İlke-kural nedir bakan pek yok. Demokrasinin altını oyan bir iklimde, fatura dürüst gazeteciliğe çıkarsa şaşmayalım.
Yaza yaza sıkıldım ama nafile. Türkiye'de medya kendisine çeki düzen vermeye yanaşmadığı sürece demokratikleşme ve hoşgörü, adalete saygı, boş birer hayal olarak kalmaya devam edecek.
Ergenekon eksenli haber ve yorumlar, yeni her gelişme, medyayı eleştiri odağı haline getirdiği ölçüde mevcut alışkanlıklar, bildik refleksler de keskinleşmekte.
Kırılgan ülke Türkiye'de "yalan" ve "gerçek" etrafında topyekûn bir "doğruya odaklı bilgi" ve "yanıltma amaçlı dezenformasyon" savaşı yaşanıyor.
Özgürlük ve adalet mücadelesinde saflar bellidir. "Gazeteci" kisvesi altındaki savaşçı medya misyonerleri, demokrasi düşmanları acımasız.
Medyaya yönelik çoğu haklı eleştiriler sertleşip yaygınlaştıkça, yanlışlara yeni yeni örnekler de ekleniyor.
Alalım emekli albay Abdülkerim Kırca'nın intiharını.
En basit noktadan başlayalım. Artık evrensel kural halini alan, "intihar haberlerinde titizlik" ilkesi, özellikle intihar yönteminin haberlere girmemesini önermekteydi. Ama, SABAH da dahil, hemen her gazete, Kırca'nın hayatına nasıl son verdiğini baş sayfalarına taşıdı.
Acaba kendisini nasıl öldürdüğünün, habere ne katkısı vardı? Hiç.
Önemli olan sadece "intihar"ın vuku bulmasıydı, ama altın kural yine kaale alınmadı. Ölenin anısına ve ailesine saygısızlık yapıldı.
Ardından Genelkurmay'dan öfkeli bir "medyayı sorumluluğa çağırma" notu geldi. Bu tepki, bir Star gazetesinin intihara sebebiyet verici yayın yaptığı "kanaatini" yansıtıyordu. Ortada somut bir kanıt (arkada bırakılan bir mesaj vs) olmadığı halde askerin bu sonuca vardığı anlaşılıyordu.
Gazetenin Genelkurmay akreditasyonu askıya alındı.
Üstelik daha kısa bir süre önce, basının, Başbakanlık tarafından iptal edilen birkaç akreditasyon konusunda nasıl uzun süreli tepkiler verildiği, "bu çözüm değildir, sansürdür" denildiği bilindiği halde.
Belki de "o basın nasıl olsa bize ses çıkartmaz" diye düşünüldü, kim bilir?
Yanlışlıkların üçüncü halkası, o gazetenin epeydir üyesi olmadığı Basın Konseyi'ne ve herhangi bir sistematik eleştiri geleneği olmayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne (TGC) şikâyet edilmesi oldu. Oysa en basit çözüm, TSK'nın söz konusu gazetenin genel yayın yönetmenine ve okur temsilcisine (Gülay Erdemli) başvurması olacaktı.
Bir başka tuhaflık da, geçen hafta burada değindiğim, Tuncay Güney'in banttan ve canlı olarak TRT ve özel kanallarda görüşlerinin aktarılması ardından yaşandı.
Burada doğrusu yazıldığı halde, bazı köşe yazarları (mesela Mehmet Ali Kışlalı) daha birkaç gün önceye kadar hâlâ "komutanların isimlerini veren TRT ..." diye iddia edebiliyordu.
Oysa Güney, o komutanların vs. isimlerini TRT yayınından önce, başta Doğan Medya Grubu olmak üzere farklı medya gruplarına ait TV kanallarının denetlemeden yayınladığı ham sorgu bandında vermişti.
Sapla saman karışırken, Anadolu Ajansı (AA), bir suç duyurusunu dikkate alan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin hakkında 'görevi kötüye kullanma', "suça ve suçluya yardım ve yataklık etme', 'soruşturmanın gizliliğini ihlal' ve 'adil yargılamayı etkileme' gerekçeleriyle soruşturma başlattığı haberini verdi.
Buna göre Şahin (ve programın yapımcısı) hakkındaki şikâyet "Memur Suçları Soruşturma Bürosu" tarafından soruşturulacaktı.
Gazetecilik yapmaya çabalayan bir kurumun mensuplarının 2009 Türkiye'sinde gazeteci/haberci değil de hâlâ "memur" statüsünde sayılmasındaki garabeti bir yana bırakalım.
Ve şunu soralım:
Ortada bir "suç" varsa, Güney konusunda TRT gibi hatalı yayıncılık yapan o özel kanallar ne olacak?
Bir hukuki süreçle ilgili, her gün, onu hiçe sayan; boşa çıkartma amaçlı, "yargıya müdahale" içerikli yayınlar yapan, 'davalı oluşları' aleyhinde propaganda yapan sanık ve şüphelileri ekranlara pervasızca çıkartıp duran sunucular; savcılarla, polisle, iddianameyi geçersiz gören -bazıları 'davalı'- gazeteci/yazarlar ne olacak?
Eğer ortada "suç" varsa, bunların yaptığı nedir?
Her şeyi mahkemelik etmek, mahkemelerle mahkemelik olmak yerine, acaba biz kendi hatalarımızla ne zaman yüzleşmeyi, ne zaman temiz gazetecilik yapmayı düşünüyoruz?
Yıllardır, Kardak'ta savaş kışkırtmaktan tutun, "vatan haini yurttaş" teşhir edip onların öldürülmesine azmettirmek, sıradan yurttaşları intihara sürüklemek, masum insanların hayatlarını karartmaktan; en korkunç ihlal ve suçları, işkenceyi.. görmezden gelmekten sicilleri iyice kabarmış meslektaşlarımız, kendilerini temizlemeden Türkiye'nin mutlu ufuklara yol alacağını mı düşünüyor acaba?
Türkiye'de insanlar o kirli sicili unuttular mı sanıyorlar, ne dersiniz? Medyada bugünlerde yaşanan, pis bir mahalle yaygarasıdır.
Basını ancak dürüst ve vicdanlı gazeteciler düze çıkaracaktır.
Bunun yolu geçmişimizdeki mesleki sabıkalarla yüzleşmektir.
Ki, bugünü doğru anlayıp anlatalım.
Ki, gelecek kuşaklara düzgün bir mesleki miras bırakalım.