kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Ocak 2009, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Obama, Ortadoğu'da başarabilir mi?

Bugün ABD için Abraham Lincoln'un köleliği lağvettiği 1 Ocak 1863'ten bu yana en önemli gün. Bugün dünya için Berlin Duvarı'nın yıkıldığı 9 Kasım 1989'dan bu yana en tarihi gün. Bugün Martin Luther King'in düşü gerçek oluyor; ABD'nin ilk siyah Başkanı Barack Hussein Obama göreve başlıyor.
Her ne kadar yemin öncesi "Time" dergisine verdiği uzun mülakatta Ortadoğu sorununu yalnızca bir cümleyle geçiştirse de, ABD'nin 44'üncü Başkanı'nın ateşle ilk sınavı Gazze trajedisi olacak. Gazze'ye yaklaşımı ise başkanlığı döneminde ABD-İsrail ilişkilerinin seyri açısından turnosol kâğıdı işlevini görecek.
Obama'nın bu konudaki manevra alanına ilişkin fikir verebilmek için geçmişte kısa bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Filistin'in iki devlet arasında paylaştırılması planları gündeme geldiğinde ABD kamuoyunda Yahudiler'e karşı güçlü bir sempati ve destek vardı. Buna karşılık Başkan Franklin Roosevelt ihtiyatlıydı; Suudi Arabistan ve Suriye'nin kabul etmeyeceği hiçbir değişime onay vermeyeceğini söylüyordu.

Truman'dan Bush'a uzanan çizgi
Roosevelt'in 1945'te ölümü Ortadoğu'nun kaderini değiştirdi. Yerine gelen Harry Truman, İsrail devleti kurulmasının ateşli taraftarı oldu. Gerekçesini şöyle açıklıyordu: "Bana destek verenler arasında hayatlarını Siyonizm'in başarısına adamış yüzbinlerce kişi var ama pek Arap kökenli seçmen göremiyorum." İşte bu kadar.
Daha sonra Dwight Eisenhower'in Sovyetler Birliği'nin bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için Batı yanlısı Arap devletlerinin güvenlik ve istikrarına öncelik vermesi nedeniyle İsrail politikaları daha mesafeli oldu. Onu izleyen John Kennedy her ne kadar İsrail'le işbirliğine önem verdiyse de bir ara silah ambargosu koymaya kalkışacak kadar cesur davrandı. Ama Dallas'taki suikast Ortadoğu'nun kaderini ikinci kez değiştirdi. Çünkü yerine geçen Lyndon Johnson, İsrail'in güvenliğini birinci önceliği yaptı. Ardından Richard Nixon bu desteği özellikle silah yardımlarıyla olağanüstü boyutlara taşıdı. Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın telkinleriyle. Yine Kissinger'ın ustaca uyguladığı politikalarla Arap cephesinde ilk bölünme sağlandı : Mısır, İsrail'le barış anlaşması imzaladı. Jimmy Carter bu politikaları sürdürdü, Batı Şeria ve Gazze'ye özerklik karşılığı İsrail'in işgal ettiği diğer toprakları ilhakını meşrulaştırdı. Ronald Reagan'ın 8 yıllık yönetiminde İsrail imtiyazlı müttefik ilan edildi, baba George Bush döneminde komünizmin tarihe karışması nedeniyle İsrail'in önemi bir-iki derece aşağıya indi. Bill Clinton tarihe Ortadoğu'ya barış getiren adam olarak geçme misyonuna soyundu, Oslo Anlaşması'nı gerçekleştirdi ama ölü belge olarak kaldı. Oğul George Bush döneminde ise Neo-Con'lar sahneye çıktı ve...

İsrail'i eleştirmek cesaret ister
İsrail bugün ABD siyasetinde ve kamuoyunda öylesine güçlü ve etkili ki, Başbakan Ehud Olmert telefona sarılıp Bush'u azarlamaktan çekinmiyor.
İsrail bugün ABD medyasında öyle sağlam mevzilendi ki, en küçük eleştiride kıyamet kopuyor. İşte bir örnek: Geçen yıl başlarında Rupert Murdoch'un gazetesi "New York Post" şöyle bir manşet attı: "Bu adam nasıl ABD Başkanı olabildi!" Gazete, "Bu adam" ile eski Başkan Carter'ı kastediyordu. Suçu? "Ayrımcılık değil barış" adıyla yayınladığı kitapta, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'de şiddet politikalarını sürdürmesi, bir Filistin devletinin kurulmasına razı olmaması durumunda sonunun Güney Afrika'daki ırkçı rejim gibi olacağını yazması!
Obama bu bir çerçevenin dışına çıkabilir, hiç değilse daha adil politikalar geliştirebilir mi? Daha önemlisi, bu çerçevenin dışına çıkmak, Ortadoğu politikalarını daha dengeli yapmak istiyor mu?
Umutlanmak istiyoruz. Ama Gazze trajedisi boyunca susarak İsrail'e dolaylı "Yeşil Işık" yaktığını, seçim kampanyası sırasında "İsrail benim için kutsaldır" dediğini hatırlayınca, iyimser olamıyoruz. Dileriz yanılırız.
Hem sonra yukarda özetlediğimiz 60 yıllık geçmiş, ABD'nin İsrail politikalarının başkanın bile değiştiremeyeceği kadar derinlere indiğini göstermiyor mu?