kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
19 Ocak 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Bir otobüs yolculuğu

Ne kısa uçak yolculukları ne de direksiyon sallayarak geçirilen vakitler insanın kendini dinlemesine izin veriyor.
Bu kez otobüs yolculuğunu seçmemin nedeni bu mu, tam bilemiyorum.
Bir yandan o şehre doğru giderken bir yandan da "içime" doğru gideyim istediğimdendir belki...
Belki gençliğimin uzun otobüs yolculuklarının güzel hatıralarını hafızamda yeniden canlandırabilmeyi umdum...
O koca gövde homurtuyla sarsılıp ilerlemeye başladığında ve az sonra lastiklerin saatlerdir yağmurda yıkanan asfaltta çıkardığı hışırtı dan başka ses kalmadığında koltuğumda arkaya doğru yaslanıyorum.
Uçakla bir saatlik yol şimdi sekiz saat sürecekti ama... Tamam, diyorum içimden, doğru seçim yaptım.
Şehirlerarası otobüslerle yolculuk yapmayalı öyle uzun zaman olmuş ki...
Konfor arayışının ne çok şeyi değiştirdiğinden habersiz kalmışım.
Bakıyorum da saatler süren heyecan kıpırtılarına; can sıkıntılarına eşlik eden hayallere, endişeyle gözünü ön camdan ve şoförden ayıramayan yolculara pek yer kalmamış!
O daracık koltukta bir sağa bir sola dönen ve "varışa ne kadar kaldı?" diye ikide bir saatine bakanlar yok artık.
Ya kucaklarında açtıkları bilgisayarın ekranlarında oyun oynuyorlar ya tavandan açılan video ekranında oynayan filme bakıyorlar ya da i-pod'larının şarkı listesine...
Bunları yapmayan yolcular yok mu? Var.
Onlar da muavinden zırt pırt meyve suyu, çay, su isteme derdindeler sanki!
Doğrusu benim yolculuk ettiğim otobüsün atmosferi nerdeyse uzun transatlantik uçuşlarını andırıyor.
Gecenin karanlığında, in cin top atan bir yerde kırmızı ışıklarda durduğumuzda iki otobüs yan yana geliyor.
İki pehlivan birbirine el ense çekiyor sanki...
Bu görüntü içimde çocukça bir neşe uyandırıyor.
Yeşil yandığında hangisi önce davranacak acaba?
Ama ikisi de öyle efendi, öyle akıllı uslu ki!
O dev gövdelerin ağırdan alışı, vites değiştirirken çıkardıkları sesin gecenin sessizliğini yırtıp içeri kadar girişi öyle hoş ki!
Gençliğimin otobüs yolculukları geliyor aklıma...
Kalbin aşk çarpıntılarıyla motorun gürültüsünün birbiriyle yarıştığı yolculuklar...
Elini avuçlarının arasına almış halde uyuya kalmış sevgiliye bakarken kendimi "bir kaza olsun, her şey böyle, şu anda ve böyle güzel bitsin" diye yakaladığım ve sonra "otobüsteki diğer yolcuların ne günahı var" duygusuyla utançtan ürperdiğim yolculuklar...
Ön koltuktaki türbanlı ve çok zarif giysili genç kadın, cep telefonunun kulaklıklarını takmış müzik dinliyor yolculuk boyunca. Bir ara telefonun ekranı gözüme takılıyor: Sagopa Kajmer yazıyor.
Yan sıramdaki iki kadın koltuklarını yeterince yatıramadıkları için sıkıntılılar. Buna izin vermeyen arkalarındaki adam da "ne yapayım, ben de sizinle aynı parayı verdim, neden bacaklarım sıkışsın kardeşim?" diye soruyor. Ama tartışma fazla uzun sürmüyor.
Birden otobüsün tavanında lazer tadında yeşil ışık şeritleri yanıyor.
Bir tür kalk borusuymuş bu! Varışa az kalmış!
Yolcular toparlanmaya başlıyor.
E hani hayaller kuracaktım!..
Hani kasaba ışıklarını birer birer sayacak, her birine ayrı bir hayat tarzı biçecektim!..
Hani kitap okuyacak, notlar alacaktım uzun uzun!
Ah şu konfor yok mu!
İyi, güzel de...
Ne zihnin loşluklarına yer bırakıyor ne de duyguların yoğunlaşmasına izin veriyor.