kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
18 Ocak 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Reformlar

Başbakan Erdoğan 4 yıllık aradan sonra (Son ziyaretini 2005 Şubat'ında yapmıştı) AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun konuğu olarak -yeni Başmüzakereci Devlet Bakanı Egemen Bağış'la birlikte- bugün Brüksel'e gidiyor.
İnsanda ister istemez bir merkezden pompalanıyormuş kuşkusu uyandıran "Türkiye'nin üyelik hedefi sonsuza kadar askıya alınabilir" (BBC, Wall Street Journal), "TürkiyeAB ilişkilerinde en kritik yıl" (EU Observer), "Türkiye için kader yılı" (Handelsblatt, Die Presse) gibi yorumların ayyuka çıktığı sırada yapılan bu gezide Erdoğan'a şu türden cümleler herhalde sık sık tekrarlanacak: "Reformları hızlandırın", "2009'u AB için atılım yılı yapın", "Çabalarınızı ikiye katlayın", vb...
35 başlıktan sadece 10'unun açıldığı, 13'üne "Açılış kriteri" konulduğu, 9'unun AB Konseyi'nde tutulduğu, 2'sinin tarama raporlarının bile gönderilmediği, 8 başlığın limanlar yüzünden, 5 başlığın da Fransa'nın ambargosu nedeniyle askıya alındığı bir müzakere sürecinde Türkiye'den "İvedilikle" ne gibi reformlar bekleniyor. Sadece birkaçını sayalım:
* Ya yeni bir Anayasa ya da Anayasa'da köklü değişiklik yapılması...
* Siyasi partiler ve seçim yasasının yenilenmesi...
* Yargı reformu yapılması...
* Sivil-asker ilişkilerinin yeni bir dengeye oturtulması...
* Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin saydamlaştırılabilmesi için Sayıştay Yasası'nın yenilenmesi...
* Kürt sorununa "Siyasal" çözüm bulunması...
* Farklı etnik kökenlere sahip Türk yurttaşlarının dil ve kültürle ilgili haklarının genişletilmesi...
* Azınlıkların korunması, kültürel haklarının ve dini özgürlüklerinin güçlendirilmesi...
AB yolunda yapılan/yapılacak reformların Türkiye'nin çağdaşlaşmasının, daha ileriye gitmesinin, daha demokratikleşmesinin aracı olduğu görüşlerine içtenlikle katılıyoruz. Hatta "AB reformları istikrarın güvencesidir" söylemine de destek veriyoruz. Ama zaman zaman bu inancımızı sorgulama ya da bir kez daha sağlamasını yapma ihtiyacını da duyuyoruz. Şu sıralar yine öyle bir kuşku-sorgu dönemindeyiz. Gazze trajedisi nedeniyle okuduğumuz tarihi araştırmaların etkisiyle olsa gerek.

1850'deki
reformların sonuçları
Örneğin, Filistinli tarihçi, ozan ve deneme yazarı Elias Sanbar, "Filistinli Figürler" adlı araştırmasında şöyle diyor:
"Osmanlı egemenliğindeki Filistin 19'uncu yüzyıla kadar çeşitli kökenlerden ve dinlerden insanların birarada yaşadıkları bir açık topluma sahipti. Bu toplumu yöneten birkaç aile, hem vakıfların ve ibadethanelerin yönetimini, hem ekonomik istikrarı sağlıyordu. Böylece çeşitli kesimler ve yaşam biçimleri güvence altına alınmış oluyordu. Osmanlı'nın modernleşmek için giriştiği reformlar (Not: 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanları) bu istikrarı ve huzurlu yaşamı temellerinden sarstı, nifak tohumları ekilmesinin ortamını yarattı."
Örneğin, Alman tarihçi Gudrun Kramer "Osmanlı'nın Fethinden İsrail'in Kuruluşuna Kadar Filistin'in tarihi" adlı çalışmasında dikkate değer bir iddia ortaya atıyor: "Osmanlı, Tanzimat ve Islahat fermanlarındaki taahhütleri doğrultusunda hem özel mülkiyeti güvence altına almak, hem de kadastro başlatmak için 1858'de bir yasa çıkardı. (Not: Arazi Kanunnamesi'ni kastediyor.) Filistinli köylüler topraklarının kayıt altına alınmasını reddettiler. Yerel ağalar devreye girdiler ve köylülerin topraklarını kendi adlarına tapulattılar. Daha sonra batılıların reform baskısıyla Osmanlı yabancılara da özel mülkiyet edinme hakkı tanıyınca, bu topraklar Avrupa'dan akın akın gelen Yahudiler'e satıldı!"
Son bir alıntı daha aktaralım. Lübnan eski Maliye Bakanı ve "Sedir Diyarı"nın önemli aydınlarından Georges Corm, "Lübnan'da laiklik ve mezhepçilik" adlı araştırmasında şu değerlendirmeyi yapıyor: "Tanzimat ve Islahat Fermanları birçok çelişki barındırıyordu. Örneğin, yasa önünde herkesin eşit olduğunu ilan ediyordu ama bir yandan da Müslüman olmayan toplulukların eğitimden kişisel statüye kadar birçok alanda imtiyazlarını koruyordu. İşte bu ayrıcalıklar daha sonra Balkanlar'da, Lübnan'da, Filistin'de kanlı çatışmaların tohumlarını ekti."
Bu yayınların etkisiyle olsa gerek, şimdi şu soruya yanıt arıyoruz: "Pandora'nın Kutusu'nu açmadan reform yapılamaz mı?"