kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
17 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Aşkı bir kez tanımışsan... Unutabilir misin?

Vicky Cristina Barcelona...
Konusunu hiç çekici bulmayanlar bile ne yapıp edip bu filmin ikinci yarısını seyretmeliler...
Neden peki?
İkinci yarı film birden başyapıta mı dönüşüyor? Hayır. Zaten hoş ama biraz boş bir film Vicky Cristina Barcelona.
Ama Penelope Cruz'un öyküye dahil olup perdede görünmeye başladığı andan itibaren acayip bir şey oluyor.
Javier Bardem'le Penelope Cruz oynamayı bırakıyorlar sanki...
Tersine " oyun "u bozuyorlar.
Öyle bir halleri var ki, "sahici" bir tiplemeden söz etmek mümkün değil, çünkü sahiler!
Oysa seyirciyi hemen inandıracak sıradan bir öykü de değil onlarınki! Kavga gürültü, bıçaklama, intihar, ayrılıklar, barışmalarla süren bir eski karı-koca ilişkisi ve aralarına girip ikisiyle de erotik bağ kuran bir kız anlatılıyor nihayetinde...
Penelope Cruz bütün bunları seyircinin uzaktan izlemesine izin vermiyor.
Sinemada böylesini daha önce hiç görmediğim bir şey!
Müthiş bir titreşim! Garip bir enerji!
Bizi de, yani biz seyircileri de ara sıra tutup çekiştiriyor, çimdikliyor, öpüyor; okşuyor, bir fısıldıyor, bir bağırıyor...
Bu ilginç gerçeği kendisiyle yapılan bir söyleşide Woody Allen da şu sözlerle itiraf etmiş: "Bardem'le Cruz beni kandırıp bazı sahnelerde bildiklerini okudular. İspanyolca bilmediğim için çok sonra editörümden öğrendim ki, diyalogları bile kafalarına göre kurgulamışlar. Yine de sonuç harikaydı."
Düşünün, Allen gibi kontrol manyağı bir yönetmene yapmışlar bunu...
Anlatması zor, gidip perdede görmek gerek gerçekten de.
Aslına bakarsanız, Penelope-Scarlett-Javier Bardem erotik üçgeni iyi işlenmemiş.
Woody Allen usta da eski havasında değil.
Filmin içine fotoğrafçılık ve karanlık odada sevişme katacak kadar demode bir anlatım seçmesi 70'lerin sinemasına bir gönderme mi yoksa 73 yaşına varmış olmanın cilveleri mi, bilemiyorum.
Hele Allen'in film boyunca günümüzün " genç işadamı " karakterine yok sıkıcıymış, yok renksizmiş, yok aklı fikri oturacakları evdeymiş türünden bohem kompleksler kokan ucuz eleştiriler yöneltmesine ne demeli!
Bunu yutacak kim kaldı?
Artık hepimiz feci biçimde sıkıcıyız. "
Renklilik " denilen şey ise nerdeyse bir ticari meta!
Ben Vicky'nin (Rebecca Hall) içinde tutuşan ve bir türlü sönmeyen arzu ateşine takılıp kaldım.
Bu önemli!
Filmin ana konusu da o zaten.
Çapkın İspanyol ressamla (Javier Bardem) geçirdiği iki gün ve bir gecenin Vicky'de bıraktığı iz bir türlü silinmiyor...
O Vicky ki, akıllı uslu, disiplinli ve nişanlı bir kız.
Ama hiçbir merhem kısacık da olsa aşkla tanışmış olmasının açtığı yarayı kapatamıyor .
O yırtık bir türlü dikiş tutmuyor.
İtiraf etmeyiz ama çoğumuz bu " tamamlanmamışlık " duygusu ve içimizi sızlatan böyle bir " hatıra "yla sürdürürüz hayatımızı.
Vicky gibi...
Tabii işte tam orada Woody Allen'ın sosyolojik zekâsının mizahını da görmezden gelmemeli.
Ne dedirtiyor tecrübenin sesine: " Bir çocuk doğurursun, sonrasında sorunlar hallolur ."
Öyle mi?
Altı üstü bir "ecnebi film" deyip geçelim mi yoksa?