kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Ocak 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Dönüş...

Fransa ile Mısır'ın ortaya attıkları, Avrupalı diplomatların geliştirmeye çalıştıkları çözüm planı, Gazze'deki Refah ve Kerem Şalon geçiş noktalarına gözlemci olarak Türk ve Fransız askerlerinin yerleştirilmesini öngörüyor.
Plan ilgili tüm taraflarca kabul edilirse bu, Türk askerinin 92 yıl sonra Gazze'ye dönmesi anlamına gelecek.
Ve de Türk halkının belleğinin derinliklerine ittiği 92 yıl öncesinin acıları depreşecek. Gelin, o döneme kısa bir yolculuk yapalım.
Bahriye Nazırı ve 4'üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa, İngilizler'in eline geçen Mısır'ı geri almak için 1916'da 2'nci Süveyş Kanalı Harekatı'na giriştiği günlerde Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı'ya karşı ayaklandı. Tabii İngilizler'in kışkırtmasıyla. Ve de savaştan sonra tüm Ortadoğu'yu kapsayacak büyük bir Arap devleti vaadiyle. Oysa aynı günlerde Londra'da İngiltere ile Fransa'nın Ortadoğu'yu paylaştıkları ünlü SykesPicot anlaşması imzalanıyordu. İsyanı bastırmak için 4'üncü Ordu'nun bir bölümü Hicaz'a gönderildi, kalanı da Gazze-Şeria-Birüsşeba hattına çekildi.
Ertesi yıl, ilkbaharda General Allenby komutasındaki İngiliz ordusu iki kez Gazze'deki Osmanlı mevzilerine saldırdı ama püskürtüldü. Yaz boyunca sürekli takviye alan Allenby 27 Ekim 1917'de Gazze'yi karadan ve denizden bombalamaya başladı. Bunu Osmanlı ordusunun iki yandan baskı altına alınması için Birüsşeba saldırısı izledi. Uzatmayalım; Gazze 5 Kasım'da boşaltıldı. Türk kuvvetleri Kudüs'e çekilip güçlü bir savunma hattı oluşturdu. Ne var ki, cephe gerisinde Emir Faysal komutasındaki Arap birlikleri arkadan vuruyorlar, demiryolunu ve köprüleri havaya uçuruyorlardı. 9 Aralık 1917'de Kudüs de düştü.
Ah, unutmadan; yine o günlerde İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour yayınladığı ünlü beyannameyle Yahudiler'e Filistin'de yurt vaat ediyordu.
* Osmanlı orduları Kudüs'in, Filistin'in ardından Suriye'yi de boşalttı ve daha sonra Misak-ı Milli sınırlarını oluşturacak hatta kadar çekildi.
* Filistin, Suriye cephelerinde komutanlık yapan Mustafa Kemal, İsmet ve Kazım Karabekir paşalar, savaştan çıkardıkları derslerle 5-6 yıl sonra kuracakları Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzünü sonsuz ve bükülmez bir kararlılıkla batıya çevirdiler.
* Filistin'e Yahudi göçü hızlandı ve gelenler önce İngilizler'e, daha sonra da Araplar'a karşı savaşmak için yeraltı örgütleri kurmaya başladılar.
* Büyük ve bağımsız bir devlet hayali kuran Araplar, İngilizler'in ve Fransızlar'ın denetimindeki kukla rejimlere razı oldular.
Ortadoğu cehenneminin yolları işte o ihanetlerin taşlarıyla örüldü...

Barış Gücü ve Türk askeri
Şimdi "Türkiye'nin Ortadoğu'ya dönüşü"nden, "Araplar'ın boşluğunu Türkler'in doldurması"ndan, "Türkler'in Araplar'ı barıştırma çabaları"ndan, "Türkiye'nin güvenilir bir dost ve arabulucu olması"ndan söz ediliyor.
Madem geçmişe sünger çekmek gerekiyor, çekelim. Madem bir iyilik yapıyoruz, tam yapalım; bölgeye barışın gelmesine tarihi katkı için BM Güvenlik Konseyi üyeliğimizi kaldıraç olarak kullanalım.
İki sınır kapısına gözlemci olarak birkaç asker göndermek yerine, Güvenlik Konseyi kararıyla Barış Gücü görevlendirilmesini sağlayalım. Ama şu koşullarla:
1- Bu Barış Gücü'nde Türk askeri, güçlü şekilde yer almalı.
2- Barış Gücü hedefleri ve süreleri belli bir eylem planına sahip olmalı.
Örneğin ilk aşamada İsrail'in ve Hamas'ın saldırılarını eşzamanlı olarak durdurmalarını sağlamak gibi... (Canlı kalkan işlevini göreceği için, iki tarafı da caydıracak.)
Ardından Gazze'nin çöken altyapısının yeniden inşasının koordinasyonunu üstlenmek gibi... (Elektrik, su, kanalizasyon, sağlık hizmetlerinin ayağa kaldırılması, 1.5 milyon Gazzeli'ye zorunlu ihtiyaçlarının düzenli olarak ulaştırılması.)
Filistin yönetiminin bölünmüşlüğüne son vermek için El Fetih ile Hamas'a bir ulusal uzlaşma planını kabul ettirmek gibi...
Böyle bir eylem planıyla bölgeye gelecek yetkili bir BM Barış Gücü'nün, saydığımız hedeflere ulaşması, Filistin-İsrail müzakerelerinin yolundaki mayınların çoğunun temizlenmesi anlamına gelir.
Türkiye'nin de yer aldığı 2009-2010 döneminin Güvenlik Konseyi de böyle bir başarıyla, insanlık tarihinin en yüz akı sayfalarından birini yazmış olur.