kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Dışarıda soğuk içerde kahve ve battaniye

Çocuklarını erkenden okula gönderen ve sonra kendi işine gitmek üzere hazırlanan bir anne...
Uykusunu doğru düzgün alamadan ve güne çocukların gürültüsüyle başlamanın sersemliğiyle giydiği çoraplardan birinin lacivert, diğerinin siyah olduğunu fark edememiş bir baba...
Cep telefonunun alarmını susturduğu gibi kendini yataktan dışarı atan genç adam...
Bu yetişkin insanlarla küçücük bir ilköğretim öğrencisini aynı tatsızlık duygusunda buluşturan sabahları bilirsiniz, değil mi?
Yağışlı, soğuk, karanlık sabahları...
Yataktan çıkmak istemezsiniz.
Giyinmek nasıl zor gelir.
Önce banyodan çıkıp giyinmeye giderken; sonra da tam kapıdan çıkmadan önce şöyle bir durursunuz. Sanki sizi bekleyen ne varsa o an hepsini unutmak istersiniz!
Salonun bir köşesindeki kanepenin çekiciliği, üzerinde katlanmış halde duran battaniyenin çağrısı bütün mecburiyetlerin önüne geçer.
Ah! Mutfaktan hâlâ kızarmış ekmek ve çayın, kahvenin kokusu gelmektedir...
Hayat birden okula, siz de sınavdan yırtmaya çalışan bir öğrenciye dönüşürsünüz.
Ve içinizden dersiniz ki...
O sınavda sözlüye kalkmaktansa, şurada battaniyenin altına sığınmak ne güzel olur şimdi!
Birkaç ay önce işini tümüyle evine taşıyan bir tanıdığım iki laf arasında " aman ne rahatmış böylesi, ne başkalarının ağız kokusu var ne yolların çamuru, tozu! " demeyi eksik etmezdi.
Geçen gün karşılaştık.
Nasıl gidiyor senin 'home office' durumları, diye sordum.
Yüzünü buruşturdu. " Yok, ofisle evi yine ayırdım!" dedi; "insan ne gününü saatini biliyor, ne disiplinli çalışabiliyor ne de..."
Orada duraksadı!
Asıl önemli olan ama kendimize bile itiraf etmekte en çok zorlandığımız şey oydu çünkü...
"Ne de yaşadığını anlayabiliyor insan!"
Anlamıştım onu...
Çünkü " dışarısı " dediğimiz şey, yani yollar, meydanlar, işyerleri, kafeler, büfeler, başka insanların kalabalığından oluşan dünyada sıkıntılar kadar yaşamanın hazları da epeyce yer tutuyordu.
Bilgisayar ve internet teknolojisinin getirdiği imkânlar " evden çalışma/home office " modelinin bütün dünyada yaygınlaşmasına yol açıyor.
Çevremden de gayet iyi biliyorum ki, birçok insan işyerini eve taşımanın hayalini kuruyor.
ABD'de " evden çalışanların " sayısının 20 milyonu geçtiği söyleniyor.
Fakat tartışmalı bir konu bu. Çünkü çalışmak, asla sadece çalışmak değildir.
" Modern insan "ın örgütlü iş düzeninin yarattığı tarihsel bir karakter olduğunu unutmamalıyız.
İşe gidip gelmeyi " ekmek parası uğruna çekilen yorgunluk "tan ibaret olarak görmek yanıltıcı.
İşe gidip gelmek aynı zamanda sosyal özgürlük ve renkli ilişkiler alanı.
Yani öyle kolayca vazgeçilecek ve yerine yenisi konulabilecek türden bir şey değil bu düzen...
İtiraf edelim ki...
Hâlâ güzel ve baştan çıkartıcı olan şey evin hoşluğu değil, soğuk ve yağışlı bir havada işi ya da okulu kırmak arzusudur.
O kaçamak tat yani...
Yani elde kahveyle battaniyenin altına sığınıp pencere kenarında ya da ekran karşısında pinekleyecek olmanın müthiş cazibesi!
İş düzenini alaşağı etmeye gelince...
"Home office" falan çare olmaz ona!
Derin bir zihin ve devrimci bir eylem ister.