kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
4 Ocak 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Pazar notları

Dostluğun ne anlama geldiğini unuttuk mu? Benim de kafam bulanık bu konuda! Dost nasıl birisidir, diye sorun çevrenizdekilere, her kafadan başka ses çıkacaktır, eminim. İstiyoruz ki, tökezlememizi önleyecek bir bastonum olsun; sosyal tırmanışımı sağlayacak merdivenim, zaman zaman terapistim, hatta ağlama duvarım, sevinç kadehim, sessiz kölem, çılgın efendim olsun! İyi de kim kalkabilir bu ağır "görev"in altından?
Dostluk yok artık. Koşullar, koşuşturmaca, özgürlük yanılsamaları ve mecburiyetlerin baskısı dostluğa imkân tanımıyor. Ama dostluğa özlem bütün şiddetiyle sürüyor.

Ya da... Nietzsche haklıdır belki de: Yani insan dostluğun gerektirdiği kadar cömert değildir henüz. En doğru arkadaşlık ilişkisi "yoldaşlık" ilişkisidir...
"Dostluğumuz bitti" dediğimiz durumlara bakın! Aslında " yol " bitmiştir; yoldaşlık da o yüzden sona erer.
Dostluk arkadaşlıktan farklıysa eğer... Birine arkadaşım demek yetmiyor, "dostum" demek istiyorsak... Nedendir? Daha sık görüşmek, hep yardımına koşmak, karşılıklı saçmalamalara katlanmak falan değildir dostun farkı. Yok öyle şeyler artık. Hem niye olsun! Dostun farkı ona inanmamızdadır. Daha doğrusu Derrida'nın dediği gibi "ona inanma isteğimiz"dir dostu dost kılan! O yüzden arkadaşlarımız kalbimizi kırsalar bile büyük hayal kırıklıkları yaratmazlar. Oysa dost bildiklerimiz öyle midir! Tam da onlara inanmak, hep güvenmek istediğimiz için sürekli hayal kırıklığına uğratırlar bizi...
Aristo muydu, "ey dostlarım, dost diye bir şey yoktur" diyen... Nasıl hüzünlü bir alaycılık bu!
Hava çok soğuk... Walt Disney kedilerini andıran şahane şey, ben sokak kapısını açınca hemen içeri dalmak istiyor. Alıyorum içeri. On dakika sonra geri döndüğümde bakıyorum, bu kez de miyavlayarak dışarı çıkmak istiyor. Soğukta titremeye razı! Çünkü genetik köklerindeki yırtıcı özgürlük duygusu kapalı kalmaya on dakika bile zor katlanabiliyor. Arkasından saygıyla, yok, yok; itiraf ediyorum ki aşkla bakıyorum. Çalıların arasında kaybolup gidiyor...
"Kendinize güvenmelisiniz" diyorlar gençlere... Onları aptal yerine koyuyorlar. Güvenmedikleri bir dünyada, güvenemedikleri insanlar arasında yaşarken nasıl olup da kendilerine güvenecekler?
Sosyal rejimimiz "büyükler" üzerine kurulu: Ya " en büyük benim "ciler ya da " sen büyüksün "cüler var! İki parti sadece! E, böyle bir sosyal rejimden demokratik bir siyasal rejim çıkamıyor.