kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Ocak 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Siyah giyen adamlar

Kendimi bulmaya başladığım yıllardan bu yana en sevdiğim rengin siyah olduğunu beni bilenler bilir. Hatta Paris'e gidip Fransız rokokosunun da klasisizminin de renkle olan ilişkisini görene kadar, rengi yerli yerinde kullanmanın başlı başına bir kültür olduğunu iyi örnekleriyle algılayana kadar renkten kaçtım. (Hâlâ da kaçarım, kaçınırım.) Bugün de Fragonard gibi ressamlar bir yana o Vuillard'lar, Bonnard'lar içime baygınlık verir. Osmanlı klasiğinin mavi yeşil kırmızı üçgenine zaman zaman dahil ettiği sarı yerine göre etkileyici olabilir ama gene de gönlüm siyahtan yanadır.
Siyahı niçin giyinir ve siyahı niçin severdim, sorusunun açık bir yanıtı var: siyah öteden beri anarşizmin rengiydi. Gençlik yıllarını hele 1970'lerin başında yaşayan birisi için siyahı ve simgelediği anarşizmi sevmemek düşünülecek şey değildi. İkincisi siyah Varoluşçuların da rengi olmuştu. "Varlık/varoluş özden önce gelir" sloganıyla tanımlanan Sartre'ın dünya görüşü hele onu, Camus'yü okumuş ve çok sevmiş birisi için tabii ki benimsenecekti, bir o kadar da onların rengi olan siyah.
Buna 1970'lerin sol kültürünü eklemek gerekir. Siyahın o camiada fazla bir anlamı olduğunu sanmıyorum. O yıllar haki renkli balıkçı yaka kazaklar ve parkalar demekti. Tam tersine siyah biraz "salon rengi" olmaya başlamıştı. Yılmaz Güney ve kabadayılar, pavyon fedaileri filan giyerdi siyahı. Gene de ben kendi solculuğumla siyah arasında kopmaz bir bağ kuruyordum kendimce. En azından anarşizmimin ve varoluşçuluğumun siyah üstünden gelişen bir sentezini yapmaya çalışıyordum.
O dönemlerde neredeyse tek siyah giyen kişiyken son dönemde etrafıma baktığımda neredeyse siyah giymeyen birisini bulamıyorum. Tıpkı üç düğme ceketleri sadece bendenizin ve sadece Ecevit'in giyip sonradan onları herkesin üstünde görmemize benzeyen bir hal bu. Yapacak bir şey yok. Hangi moda, tasarım dergisini açsam karşıma "siyah giymiş adamlar" çıkıyor.
Siyah giymenin bu dönemde bir adı var, ne anlama geldiğini bilmediğim, günde yüz ayrı durum karşısında söylendiğini işittiğim gene de anlayamadığım o kelime burada da durumu tarif ediyor; siyah giymek "cool" olmakmış. İyi, giyenlere kutlu olsun ama bu epey bir şeyin değiştiğini de kanıtlıyor.
Değişen şu: siyah eskiden toplumun ve hâkim olan kabullerin dışına çıkmak, dışında kalmak anlamına gelirken şimdi modanın bir parçası oldu.
Modaya ait her şey gibi o da belli bir grupla bütünleşmek anlamına geliyor. Moda "dışına çıkmak" değil "içinde kalmak"la ilgilidir. Bir bütünün parçası olmaktır, moda. Siyahın da başına gelen bu: o da şimdi "siyahlılar cemaati"nin simgesi, ayırt edici değil kaynaştırıcı bir "elemanı".
Bununla birlikte şunu da düşünmek gerekir: neden mesela kırmızı veya mavi değil de siyah için geçerli oldu bu durum?
Bence bu sorunun yanıtı daha da vahim: siyah her zaman farklı bir ağırlık taşımıştır ve arkasındaki "bagaj" yabana atılacak gibi değildir. Siyah "orta malı" olduğunda bile bir dildir, bir gramerdir.
İşte artık sonuna geldiğimiz ve çok bıkkınlık veren o "şatafat kültürü"nün ("bling bling culture") insanları şimdi de siyah üstünden kendilerine bir ayrıcalık yaratıyor. "Biz hem siyah giyenleriz, hem de at nalı kadar saati kolumuza takarız" demeye getiriyorlar.
Varsın öyle olsun. Şimdilik siyah böylesine içler acısı bir duruma düşürülsün. Ama adım gibi biliyorum. O dönem şu son ekonomik krizle bitiyor. Çok yakında siyah şimdilik esir düştüğü bu "sosyete"nin elinden alınacak tam tersi bir yerde duran, onlara karşı çıkan insanlarla bütünleşecektir.
Ben siyahlarımı giymeye bu mana içinde devam edeceğim.