kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
26 Aralık 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Müsaitseniz, akşama gelmeyeceğiz!

Yaşamdan Dakikalar'ın çekimi için stüdyoda hazırlanıyoruz.
Mikrofonlar takılıyor; yüzlerimize ışık yansımasın diye pudralar sürülüyor. Bir yandan da sohbet ediyoruz.
Konu nasıl geliyorsa, çocukluk anılarımıza gelip dayanıyor.
Sunay " bizim evde kapısı kilitli bir oda vardı, misafir odası" diye anlatmaya başlıyor; "çocuklara hiç açmazlardı o kapıyı, fena bozulurduk. "
Derken stüdyoda yaşı tutan kim varsa, " oturma odası "nın ayrı, " misafir odası "nın ayrı olduğu günlere geri dönüveriyor.
Normal zamanlarda kapısı kapanan, koltukların, sehpaların üzerine beyaz örtüler serilen, büfesinde kristal takımların sergilendiği o odalar
hakkında anılar bir bir ortaya dökülüyor.
Beni sorarsanız...
Biraz sonra çekime geçeceğimizi unutup " misafirlik " üzerine düşünmeye başlıyorum.
Ve çekim bitince aklımdan geçenleri köşeme döküp sizlerle paylaşmaya karar veriyorum.
Batılılar gibi artık bizim şehirli yaşantımızda da " living room " evin merkezini oluşturuyor. Adı üzerinde, orada yaşanıyor!
Daha da doğrusu, evlerin merkezini oluşturan bir oda yok günümüzde.
Evin merkezi televizyon!
Televizyon neredeyse; aile nerede bir araya gelip televizyon seyrediyorsa evin merkezi de orası!
Misafir n'apıyor peki?
O da televizyon aygıtının olduğu yerde! "
Misafir geldi, televizyonu açık bırakmayalım, ayıp olur" günleri de geldi geçti...
Çünkü eve gelen tanıdıklar da sevdiği dizinin yeni bölümünü kaçırmak istemiyor. Oturup hep birlikte televizyona takılınıyor.
Bir dakika, bir dakika!
Burada duralım!
Çünkü hani misafir diyoruz da...
Annelerimizin babalarımızın bildiği anlamda misafir var günümüzde?
İtiraf edelim... Yok!
Varsa da, (ki o da taşradadır çoğu zaman) kırk yılda bir çıkıp gelen biri artık misafir.
Unutmayın "çok yakın dostlar", "geçerken uğrayanlar"; "şu bizim kankalar" falan başka bir kategoridir.
Oysa misafir özünde " yabancı" dır; " öteki "dir.
Hele şu "Tanrı misafiri " kavramına ne demeli!
Gölgesinden bile korkan bir toplum yapmışlar bizi.
Kapımızı çalan, tanımadığımız birisini nasıl ve hangi kültürel donanımla hoş karşılayabiliriz artık?

Tamam.
Hayat değişti. Hayat değişir zaten.
Ama gidenin geride bıraktığı boşluk önemli...
" Misafirlik" denen şey ve "misafir" tarihe karıştıysa eğer...
O yere göğe koyamadığımız " misafirperverliğimize " ne olmuştur acaba?
Çünkü misafirper verlik basit bir kültürel özellik değildir. Sıradan bir edep erkân meselesi de değildir.
Misafirperverlik " öteki "ni ezip büzmeden kabullenip ağırlayabilmek ve bunu sevmek demektir.
Gel de tam bu noktada büyük filozof Jacques Derrida'yı anma!
Demişti ki, " misafirperverlik öyle bir şeydir ki, ne ticaretin ne de bilimin konusu olabilir. Gerçek misafirperverlik bir sanattır; hatta şiirdir."
Söyleyin, nerede şimdi o "şiir", nerede?
Haydi aşırı "bencilleşmiş" evlerimizi bir yana bırakalım.
Ama bir " yabancı" yı kalbimizin bir köşeciğinde bile ağırlamaya yanaşmıyoruz artık!
Yazık bize!