kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
22 Aralık 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Gerçeği söylemek her zaman çok kolay değildir...

1980'li yılların bir gününde Vehbi Koç'un İstinye'deki apartman katında, karşılıklı oturmuş sohbet ediyorduk.
Bir ara Vehbi Koç'un yüzü sararır gibi oldu.
- Mehmet Bey galiba tansiyonum oynadı, nabzımda bir tuhaflık var, dedi.
Kalktım, civardaki eczanelerden birini arayıp, tansiyon bakmasını bilen birini göndermelerini istedim. Adresi verdim.
Kısa süre sonra kapı çalındı. Hizmetli elinde tansiyon ölçme aleti bulunan çok genç bir eczacı kalfasını oturduğumuz salona getirdi.
Kalfa tansiyonuna bakacağı kişinin Vehbi Koç olduğunu öğrenince şaşırdı, heyecanlandı.
Elleri titreyerek aleti Vehbi Beyin koluna taktı. Pompayla şişirdi sonra havayı salıvererek, yüksek ve düşük sayıları anlamaya çalıştı.
Bu sırada hiç konuşmuyordu.
Sonunda aleti Vehbi Koç'un kolundan çıkardı, elinde aleti tutarak pencere kenarına gidip, rakamların göründüğü ekrana bakar gibi yaptı.
- Vehbi Beyefendi, sizin yüksek ve alçak tansiyonunuz ne kadardır, diye sordu.
Belli ki tansiyonu ölçerek bulduğu sayılar, normalin üzerine ya da altındaydı.
Ama bunu söyleyecek cesareti yoktu.
Vehbi Koç'un vereceği sayılara uygun olan bir sonucu söyleyerek bu belayı atlatmayı düşünüyordu.
Vehbi Koç da ben de eczacı kalfasının bu cinliğine gülmüştük.
Ama daha sonra bir doktor çağırılarak tansiyona baktırıldı ve gereken önlemler alındı.
Aslında bu genç eczacı kalfasının yaptığının, genel olarak her alanda yapıldığına tanık olmaz mıyız?

Konuşmak kolay değildir
Diyelim ki Başbakan'sınız ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik duruma ilişkin alarm veren göstergeler artmıştır.
Siz de ekonomi ile ilgili hem pratiği hem teoriyi bilen bir kişisiniz.
Durumu tahlil etmeniz için Başbakan'la görüşmek imkanını buluyorsunuz.
Başbakan'ın her fırsatta "Ekonomik kriz bizi etkilemez" dediğini ve krizden söz edenleri "Felaket tüccarları" olarak nitelediğini de televizyon haberlerinden izliyor, gazetelerden okuyorsunuz.
Eğer tuzunuz çok kuru değilse, gerçeklerin acı olanlarını Başbakan'ın yüzüne nasıl söylersiniz?
Veya bir işyerinin patronusunuz.
Hangi çalışanınız sizin aldığınız yanlış kararlar yüzünden şirketinizin zor duruma düştüğünü söyleyebilir ki?
Hatalar şu ya da bu şekilde birilerine yüklenir.
Bu şekilde hatalı tutumlar değiştirilir.
Çünkü patronlar hata yapmaz.
Bundan daha kötü olan durum ise, patronun değil çalışanların yaptığı hataların, patronun aldığı kararlara bağlanmasıdır.

Patronu sürükleyenler
Diyelim ki bir gazetenin yayın politikasını siz belirliyorsunuz.
Gücünüzü o kadar abartıyorsunuz ki, siyasi otorite sizin düşündüğünüz gibi davranmadığı zaman, ülkenin kötü yönetildiğine ve sosyopolitik felaketin eşiğinde bulunulduğuna değgin yayınlar yapıyorsunuz. Hatta darbe davetçiliği yaptığınıza ilişkin izlenimler bile doğuyor kamuoyunda.
O kadar ki demokrasinin hastalıklı bir sistem olduğu, cahil seçmenlerin iradelerine teslim olunmaması gerektiği çizgisi yayınlarınıza egemen oluyor.
"Çağdaşlık" ile "Alkoliklik" sizin yayınlarınızla eşanlamlı oluyor mesela.
Bu nedenle seçilmiş siyasi otorite sizin patronunuza karşı savaş açıyor.
Toplumun yaygın kesimleri de patronunuzu demokrasi düşmanı olarak görüyor.
Bu durumda siz ne yaparsınız?
Patronunuzun egosunu cilalar, "Demokrasi ve basın özgürlüğü mücadelesi veriyorsunuz efendim" diyerek, onu sizin kavganızın içine sokmaya çalışırsınız.
O da "Serde erkeklik var" diyerek "Beni bu kavganın içine kim itti" sorusunu hiç soramaz.
Kısacası böyle durumlar çeşit çeşittir.
Çoğunluğun paylaştığı görüşlerin dışında düşünce sahibi olsanız da, yalnız kalmak korkusu ile, düşündüklerinizi yutkunarak içinize gömdüğünüz olmamış mıdır mesela?