kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
21 Aralık 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Pazar notları

Yılbaşı piyangosunda büyük ikramiye, mesela asgari ücretle yaşayan birine çıkarsa, o kişinin ruhsal dengesini kaybedeceğini söylüyor psikologlar. Gazetelerde okuyoruz. Bu basmakalıp "uzman görüşleri" bazen çok komik oluyor! Asgari ücretle yaşamanın büyük ikramiyeyle bozuluverecek bir "ruhsal denge durumu" olduğunu kim iddia edebilir ki!
İki gündür akşamüstleri caddelerde dolaşıyorum; ara sokaklara, kafelere, kitapçılara, galerilere girip çıkıyorum... Tam çiftlerin buluşma saati... Bu sefer çok dikkatimi çekiyor: Kadınlar belli ki o birkaç saati hayatlarının en güzel anlarıymış gibi yaşamaya niyetlenmişler. Öyle güler yüzlü ve neşeliler! Sanki şu "buluşma"ların bedelini çok pahalı ödeyecek olma ihtimalinin yüksekliğini unutmaya çalışır gibi bir coşkuları var... Oysa erkeklerin çoğu huysuz;! İçlerindeki ciddi endişelerin izlerini yalancı gülücüklerle perdeliyorlar. Yanlarındaki kadın şehrin kalabalık caddesinde dans eder gibi yürürken, onlar mızmız bir oğlan çocuğunu andırıyor.
Yaşı kaç olursa olsun her kadın gelecekten umutlu bir ruh haliyle gidiyor buluşmalara... Erkekler bu buluşmaları heyecanla bekleseler bile tam o anda içlerini "gelecek" korkusu kaplıyor. Bir tür tedirginlik, niteliği belirsiz bir kararsızlık diyelim buna!
Türk aydını halkın "kültürsüzlüğü"nden sızlanmanın kendisini "Yüksek kültür"le buluşturmaya yeteceğini sandı. Ne sersemlik!
Türk aydını kolay yoldan para kazanma heveslilerine çok bozulur, onları her fırsatta aşağılar. Oysa kendisi de hep kolay yoldan "kültürlü" sayılmanın yollarını aramıştır. İşçilikten, az yazıp çok okumaktan, kendi köşesine çekilip düşünce kuyumculuğu yapmaktan hep kaçmıştır. Büyük lokmaları yutabilmek yerine büyük laf edebilmek yolunu tercih etmiştir. Sonuç... Ortada!
Bazı şehirleri, bazı kasabaları, bazı yerleri belki bir ya da en fazla iki kez görürüz. Bir daha yolumuz düşmez, düşmeyecektir. Ama daha sonra rüyalarımızda defalarca gideriz oraya... Oraların da bizim şehrimiz, bizim kasabamız, bizim yerimiz yurdumuz olmadığını iddia edebilir miyiz bu durumda? (Ey okur, sen de düşün; hangi şehirlere gidiyorsun rüyalarında? Neden?)
Kübalı romancı G. Cabrera Infante İspanya'nın San Sebastian şehrine ilk gidişini ve sonrasını şöyle anlatır: "Daha sonra rüyalarımda bin kez oraya döneceğimi bilemezdim."
Aşk, belki de sadece dile ait bir şeydir. Gövdesi yoktur, adı vardır belki ve ancak ondan söz ettikçe, onu dile getirdikçe varolabilir! Şu aşksız dünyada onca şarkı, şiir, öykü ne işe yarıyor sanıyorsunuz?
Yıllar önce Yeni Yüzyıl'da "aşk tablonun kendisi değil, renkleridir" diye yazmışım. Eski kupürleri karıştırırken karşıma çıktı.
Aşk nedir? Kırmızı renk... Kan... Tan yeri... Biber... Ateş... Eriyen metal...