kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Aralık 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Mevsimler gelir mevsimler geçer...

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
19.12.2008
İşte genç Türk sinemasından gelen yumruk gibi bir 'ilk film'. Aslında tümüyle nefis çekimlerin ve melankolinin yumuşak tüllerine sarılmış bir filmle yumruk sözcüğünü bağdaştırmak zor. Ama filmi izleyince midenize bir yumruk yer gibi olduğunuz da söylenebilir. Romantik sözcüğünün en klasik ve soylu anlamında sanki yeniden canlandığı bu film, garip biçimde güçlü bir siyasal öz de içeriyor. Ama romantizmle siyasetin bağdaşmadığını kim söylemiş ki? 1990'lı yılların siyasal fırtınası içinde oradan buraya savrulmuş, karıştığı eylemler nedeniyle tutuklanıp 10 yılını kimbilir hangi koşullarda, hangi 'F tipi hücreler'de geçirmiş ve sonunda serbest kalıp memleketi olan Hopa'ya dönmüş Yusuf'un öyküsü bu... Yazarın dediği gibi "Gençliğim, eyvah!" deyişiyle özetlenebilecek bir yaşam öyküsü, tüm bir kuşağın ızdırabını sanki kendisinde toplamış ve bedeni kadar, hatta çok daha fazla ruhu tedavi kabul etmez biçimde zedelenmiş bir genç adam... Karadeniz'in haşin dalgalarıyla ormanların koyu yeşili arasına sıkışıp kalmış bu yörede, aileden veya arkadaşlarından çok az kişi bulur Yusuf: Çoğu ya ölmüştür ya da kente göç etmiş... Kuzeydeki komşuda komünizmin çöküşünden sonra olup bitenler, o ülkelerde de başka türlü bir insan tahribatına yol açmıştır. Ekonomik bunalımın pençesindeki Kafkas ülkelerinden Gürcistan da, hemen tüm diğerleri gibi güzel kızlarını bir lokma ekmek için ihraç edip durur. Yapabilecekleri çok az şeyden biri, elbette fahişeliktir. Onlardan biri, melek yüzlü Eka, Yusuf'da aradığı sevgiyi bulur gibi olur. Ama adamın yaralı kalbi bu tür ilişkileri kaldıracak güçte değildir. Sonbahar bir yandan Karadeniz'in ürpertici derecede güzel doğasını oya gibi işlerken, öte yandan bize alabildiğine melankolik bir öykü sunar. Filmin kahramanları için kurtuluş yok gibidir; ne Yusuf kayıp gençliğinin yaralarını gerçekten tedavi edip en sade anlamıyla mutluluğu yakalama şansına sahiptir. Ne de Eka uzaktaki vatanını ve küçük kızını unutup bu yabancıyla tam bir gönül ilişkisi kurabilir. Yaşadığımız şu zalim çağ, dışarısını da tıpkı içerisi gibi tam bir hapishane haline getirip bırakmıştır: İnsanın temel içgüdüsü olan mutluluk arayışının hemen herkes için duvarlara çarpıp tuzla buz olduğu bir dünya... Bu trajedilere layık 'kader anlayışı'na rağmen, Sonbahar romantik ve sürükleyici bir film. Özellikle tüm kahramanların tanıtıldığı ve temaların düğümlerinin atıldığı ilk yarım saati başdöndürücü. Her çekimin sinemasal bir büyüsü, her sahnenin zengin anlamları var. Genç yönetmen Özcan Alper, sonradan tempoyu biraz elden kaçırsa da son yarım saatte yeniden yakalıyor. Ve giderek yükselen bir duygu seli, filme görkemli bir hüzün duygusu katıyor. Bu arada, Rus bestecinin müziği filme görkemli bir katkıda bulunuyor. Finale doğru Yusuf'un çılgın denize doğru yürüyüşü, dağlardaki cenaze sahnesi veya Eka'nın dönüşü, artık hepimizin sinemasal belleğinde yer tutacak. Ve film, bu sahnelerde yakaladığı katıksız şiirsellikle bize en büyükleri, Tarkovsky, Angelopoulos veya Von Trier'i hatırlatıyor. Daha ilk filmindeki bir yönetmen için ne güzel, değil mi?

SONBAHAR * * * *
Yönetim ve senaryo: Özcan Alper
Görüntü: Feza Çaldıran
Müzik: Yuri Rydahencko
Oyuncular: Onur Saylak, Raife Yengül, Megi Kobaladze, Serkan Keskin, Nino Lejava, Sibel Öz/ Kuzey Film yapımı
Haberin fotoğrafları