kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Aralık 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

Özlemin yeni tadı

Macera... Ayışığı... Adalı...
Karakartal... Sarıgül... Sevil...
Zihnimin kuytularında bir çekmeceye özenle yerleştirdiğim bu tekne isimlerini birer birer çıkartıp kendi kendime mırıldanıyorum.
Bir tablo beliriyor gözümün önünde...
Sanki dışarıda yağmur yokmuş, sanki İstanbul'da değilmişim.
Sanki evden kilometrelerce uzakta deniz kenarına atıvermişim kendimi...
Taş Kahve 'nin meydandaki masalarını, sandalyelerini düzeltiyor Mehmet.
Emekli bir çift evden getirdikleri kahvaltılarını yanlarındaki sepetten çıkartıp özenle masaya yerleştiriyor.
Ben kıyıdayım.
Adlarını saydığım teknelere bakıyorum.
Kimisi yeni balıktan gelmiş, kimisi neredeyse terk edilmiş...
Burada durup saatlerce oturmak bile ne kadar güzel bir şey Allah'ım, diyorum içimden, şükür!
Önümde su dolu küçük bir bardak var.
Bardağın içine bırakılmış sakız macunu sarılı kaşığı çıkartıp ağzıma götürüyorum.
Sakız damağımı şenlendiriyor. Ardından sıra sade kahvemi yudumlamaya gelecek...
Oysa gerçeği söyleyeyim mi? Tam şu anda gazetedeki odamdayım. Masamın üzerinde ne sakız macunu ne de kahve var. Dergi, sergitiyatro davetiyelerinden oluşan bir yığın bütün gördüğüm, bir de bilgisayar ekranım.
Ama ben zihnimdeki tabloya odaklanmışım.
Alsancak iskelesi yönünden kafasını hafifçe sağa eğip saçlarını savurarak yüzünde tatlı bir gülümsemeyle Kordon'daki Sakız Kahvesi 'ne doğru yaklaşan genç kadına bakıyorum.
Piazza Navona 'nın oradan Campo di Fiore 'ye açılan tenha sokaklardan birinde yürürken...
Su sesi çekiyor beni.
Yüzlerce yıllık mermer çeşmeye yaklaşıyorum.
Öğlen sıcağı.
Yürümekten yorgun düşmüşüm.
Elimi çeşmenin suyuna uzatıp avucumu suyla dolduruyorum. Oh! Buz gibi! Kana kana içiyorum.
Saçımı ıslatıyorum.
Çağlar aşırı bir hipnozun içinde yüzer gibiyim. Mutluyum.
Oysa hayal bu! Basbayağı hayal.
Çünkü ben şu an gerçekte İstanbul'daki bir alışveriş merkezinin pek gözde kafesindeyim.
Garsondan bol buzlu bir bardakta su istemişim. Dev pencerelerden dışarıdaki caddeye bakıyorum; yağmur trafiğine...
Ama bir de içimde büyüyen özlemlere ve hayallerime sorun, nerdeyim?
Bütün bu tablolar neyin nesi, biliyor musunuz?
Söyleyeyim...
Orhan Pamuk 'un roman kahramanının " masumiyet müzesi " varsa... Benim de kış aylarında İstanbul'da geçen günlerim için böyle bir " hasret galeri "m var.
Şöyle bir şey bu...
Geçmiş yazlardan birikmiş manzaralar ve deneyimler birer birer çekmeceden çıkartılıp zihnimdeki duvarlara asılıyor.
Canım sıkıldığında ya da kış başını gösterdiğinde o galeride dolaşmaya çıkıyorum.
Mutfağa girip hep birlikte kurabiye yaptığımız Alaçatı günleri ve fırından gelen güzel kokular mesela!..
Ponte Vecchio 'ya düşen ilkyaz güneşi...
Daha neler neler var o duvarlarda...
Doğrusu, size de tavsiye ederim.
Özlemin eski tadı yok, biliyoruz.
Ağır nostaljiler, "geçmişi ev sanıp" sızlanmalar işe yaramıyor artık.
Ama özleme hayli kişisel yeni biçimler vermek, basbayağı anti-depresan nitelikli yeni tatlar kazandırmak mümkün!
İnanın bana!