kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
16 Aralık 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ŞEREF OĞUZ
ÖNERİ-YORUM

Ayrışarak kümeleşmek

Rekabetin yeni arenasında, sıkça karşılaştığımız bir kavram var; Kümelenmek!..
Anlatmak istediği şu: " herkes en iyi bildiği işi yapsın ve benzer işi yapanlar ortak çalışsın. "
Ama " bu kadar amiyane tanım beni kesmez " diyenler için biraz daha açalım; Aynı bölgede ve aynı işkolunda, aynı değer zincirinde faaliyet gösteren, birbiriyle hem rakip hem işbirliğinde bulunan işletmelerin ve onları destekleyici kurumların (üniversite, kamu, dernek teknopark, banka, sigorta, lojistik vs.) bir araya geldiği örgütlenme modeline kümelenme diyoruz.
Özellikle son 8 yıldır gündemdedir. Ekonomik kalkınma sürecinde yerel-bölgesel rekabette sunduğu yeni imkânlar ile ABD ve AB ülkelerinde yaygın olarak kullanılıyor.
Ülkemizde Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu ( URAK ) başta Sultanahmet ve Bartın olmak üzere pek çok pilot deneme ile konuyu gündemimize taşıma gayreti gösteriyor.
Bayram öncesi İstanbul'da " Clustering08 " adıyla " Rekabet İçin Kümelenme " toplantılarında uzmanlar, politika oluşturmaktan küme geliştirmeye dek pek çok detayı masaya yatırdılar.
8 yıldır URAK ve 3 yıldır DTM tarafından gündeme getirilen bu kavramın özellikle krizde daha belirgin hale geleceğini söylemek mümkün.
Zira kaynakların kısıtlı ve pahalı hale geldiği, yenilikçi ve farklılaşmanın değer kazandığı ortamda kümelenme bir keyfiyet değil, zaruret halini alıyor.
Her yöreyi eşit kalkındırma saplantısındaki Türkiye, 10 yıl öncesine dek, " hak etsin, etmesin " herkese ve her bölgeye sayısız kaynak aktardı. Yöresel kalkınma projeleri yöreyi kalkındırmadığı gibi çok değerli kaynakların verimini de heba etti.
Şükür ki son 10 yıldır değişen algılar ve yükselen bilinç, kalkınma sürecinde doğal bir kümelenme arayışını da tetikledi.
Şimdi Türkiye, " herkesi eşit kalkındıracağım " fetişizmiyle " denizi olmayan ile liman götürme " aptallığını terk etmiş bulunuyor.
Zira kaynaklar kıymetli ve sınırlı.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin kümelenme odaklı kalkınma modellerini hayata geçirme konusunda yüksek bir potansiyel taşıdığı görülüyor.
Nitekim İstanbul Kümelenme'08 Konferansı da bize bu alanda hem cesaret hem de ilham verici t artışmalara zemin oluşturdu.
Kümelenmenin tanımı gereği, kavramın özünde " birlikte yapma " dinamiği yatıyor.
Tam da bu noktada, bizim temel bir sorunumuz, sahne alıyor.
O da " değil komşuna, kardeşine dahi güvenme " söylemiyle özetleyebildiğimiz kültürel dirençtir.
Neticede yeni teknoloji geliştirmek, endüstrinin rekabet gücünü artırmak, KOBİ 'lerden OBİ 'lere dönüşmek, ihracat kalitesini yükseltmek, yabancı sermaye çekmek, yeni pazarlara girmek, işsizliği azaltmak gibi alanlarda " kümelenmek " gerekiyorsa, bunun için " birlikte çalışmak " şart oluyor.
Gel gör ki Dünya Hoşgörü Endeksi 'nde hala çok gerilerdeyiz.
Dünyanın en büyük 19'uncu ekonomisini, rekabet endeksinde 50'nci sıralarda görebilmemiz de zaten bu etkenlerden besleniyor.
Ben ve öteki kavramında öteki'ni dışlayan, düşman tutan, ortaklık kültürüne kapalı, kurulan işbirliklerinde de " ortağını dolandıran " kültürle, kümelenme ne yazık ki netice vermiyor.
Nitekim bu krizden öğreneceğimiz dersler arasında " ölçek büyüklük, ortaklık, kurumsallaşma " gibi kavramların tümü, bu " kültürel bariyere " takılıyor.
Bu da kümelenelim derken daha da ayrışmayı beraberinde getirebiliyor.
Bugün pek çok KOBİ, küresel değer zincirinden daha fazla pay almak için kümelenmenin zaruretini kavramakla birlikte, şu inadı henüz aşabilmiş değil; " Ben neden o kümeye dahil olayım, onlar bana dahil olsun."
Bu kafa değişmedikçe bizdeki kümelerdeki " küme " miktarı, Denizli'deki "deniz" kadar olacaktır.
Kümeleneyim derken ayrışanların dikkatine sunulur.