kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
13 Aralık 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Özdemir Asaf duvarda

Hiç öyle bir adetim olmamasına rağmen nedense önünden geçerken Bebek'teki Hacı Bozanoğlu baklavacısına girip bir porsiyon yemek istedim. Ayakta bir şey yemekten nefret ettiğim için girişe koyulmuş sandalyesiz yüksek masalarda değil de arkada duran saçaklarıyla bir sultan tahtını andıran kanapeyi tercih ettim. Başımı kaldırdığımda karşımdaki kirişin üstünde stilize bir elyazısıyla yazılmış dört dizeyle karşılaştım.
Biraz da yüksek sesle okuduğumu duyup görünce tezgâhın arkasında duran nazik kişi sevip sevmediğimi sordu. 'Sevip sevmemek değil de şairin öne sürdüğü düşünceye katılmıyorum' deyince, 'bu şiir' dedi ' Özdemir Asaf 'ın. O an anladım o dükkânın zamanında Özdemir Asaf'ın işlettiği meyhane olduğunu. Kendisi de bunu doğruladı.

Özdemir Asaf diye birisi
Bozanoğlu dükkânı alıp düzenlemeye çalıştığında tesadüfen Özdemir Asaf'ın zamanında kendi eliyle yazdığı bu şiiri bulmuş, etrafına bir çerçeve yapmış, korumuş. Sonra ailesine haber vermiş, bir Özdemir Asaf köşesi hazırlamak istediğini belirtmiş, onlar da iki resmini göndermişler. Doğrusu bizim gibi hoyrat, kaba, elindeki her şeyi yok etmeye yatkın bir toplumda bu davranış bulunmaz bir nimet. Bunun üstüne biraz Özdemir Asaf'tan konuştuk.
Ben kendisini hiç tanımadım. Fakat kadim, kıymetli ve muhteşem dostum Tuncel Kurtiz kendisini anlatır durur, onun şiirlerini sahnede okur, canlandırır. Özdemir Asaf'ı ondan, bir de Nuran ve Tosun Terzioğlu 'ndan dinlemişimdir. Hele anlattıkları bir anekdot bana Özdemir Asaf'ın tam bir özeti gibi gelir.
Şair, Tosun Hoca'nın babası Prof. Arslan Terzioğlu 'nun kiracısıymış ve her gün sabaha karşı, hatta sabahleyin eve dönermiş. Apartmandakileri rahatsız etmemek için birinci kattaki evine dışarıdan dayadığı bir merdivenden tırmanıp girermiş. Bir sabah saat altı civarında Arslan Bey hazırlanmış, elinde çantası kapıdan çıkıp işine giderken Asaf'ı merdivenin tepesinde görmüş ve 'maaşallah Özdemir Bey bu saatte mi geliyorsunuz' deyince Asaf dönüp, 'maaşallah Arslan Bey bu saatte mi gidiyorsunuz' demiş.
Özdemir Asaf benim öyle fazlaca sevdiğim bir şair değildir. Hoşuma gider yazdıkları, onlarda hem bir duyarlılık hem de bir zekâ pırıltısı bulurum. Kardeşim Yavuz onu okuyup dururdu, hâlâ okur durur. Asaf, daha çok eksantrik kişiliği, anekdotları ile kazınmıştır belleklere. ' Lavinia 'sının kim olduğunu da artık bildiğimize göre iş sadece ben Amerika'dayken çıkmış bütün şiirlerinin toplandığı son kitabını almaya kaldı.

Şiirin kaybolmuş hayatı
Ama onun hâlâ okunan, bazı şiirleriyle belleklerdeki bir şair olduğunu sanıyorum ki, bu çok güzel bir şey. Şiir artık ezberlenen bir şey değil. Hayatımızda da yer almıyor. Belleklerdeki son şair Attila İlhan 'dı. Ondan bu yana kimseler çıkmadı bu güce sahip. Bu neye bağlı? Şiirin hayatımızdaki yerinin kaybına yoksa hayatın şiirdeki yerinin yok olmasına mı?
Bu sorunun sanırım bir tek yanıtı var. Zaman içinde şiir, diğer sanat alanlarında olduğu gibi, bir duygu ve anlatı unsuru olmaktan çıktı. Bir bilgi nesnesi niteliği kazandı. Yani şiir artık bize bir öykü anlatmıyor, bize bir duygulanımı somutlaştırmıyor. Şiiri artık şiirin ve felsefenin sorunsalları içinden kavrayabiliyoruz. Onu 'teknik' ve zihinsel bir şey olarak kavrayıp 'anlayabiliyoruz'.
Magazin ve 'zaplama' dünyasında şiir her geçen gün biraz daha seçkinlerin, sanatı kendisine mesele edinmişlerin işine geliyor. Kısacası hayatın trajiği şiirde yer almıyor. Magazin ise zaten trajiği öldüren bir şey. Bu iki öge yan yana gelince şiir gündelik hayata sırtını dönüyor, gündelik hayat da onu görmezden geliyor.
Bunun önemi şu: şiir hayattan çekilince hayatın da bir şiiri kalmıyor. Şiir ne kadarıyla olursa olsun hayata bir estetik boyut katmaktır. Oysa bugünün sorunu estetikten yoksun bir dünyanın içinde yaşayışımızdır.
Bu gerçek çok küçük anlarda kırılıyor sadece. Hacı Bozanoğlu'nun Özdemir Asaf'ın elyazısıyla duvara nakşettiği bir şiirini koruma altına alması ve şiire hayatını iade etmesindeki hassasiyet bence hayatın içindeki şiirin de yakalanmasıdır.
Şiire de hayata da bu kadarı bile yetmiyor mu?..