kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
7 Aralık 2008, Pazar
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat
Reha Erdem

'Türk sineması şu an moda'

06.12.2008
The Times ve The Sunday Times'ın Yılın En İyi 100 Filmi listesinde ilk beşe giren Beş Vakit'in yönetmeni Reha Erdem "Türk sineması şu an moda ve bunun devam etmesi gerek" diyor..
Türk sinemasının önemli yönetmenlerinden Reha Erdem, şu aralar yeni filmi Hayat Var'la bizim gündemimizde olsa da, İngiltere'de bu yıl vizyona giren önceki filmi Beş Vakit'le konuşuluyor. Malum, İngiltere'de The Times ve The Sunday Times gazetelerinin yaptığı Yılın En İyi 100 Filmi listesinde ilk beşte yer alan beş yıldızlı filmlerinden biri seçildi Beş Vakit. Açıkçası, büyük bir festivalde önemli bir ödül almak kadar önemli bir başarı bu. Ama filmin böyle bir başarıya imza atacağını öngörmek de güç değildi. İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerde Beş Vakit gösterime girecek kadar dikkat çekmiş, Le Monde, New York Times, The Guardian gibi gazetelerde film ve Erdem'in sineması göklere çıkartılmıştı. İngiltere'den gelen bu heyecanlı haberden sonra biz de Reha Erdem'in kapısını çalıp filminin başarısını konuştuk.

-Siz Hayat Var filmini çektiniz ve biz bu filmle ilgili haberler beklerken, İngiltere'den bir önceki filminiz Beş Vakit'le ilgili çok güzel bir haber geldi. Bekliyor muydunuz böyle bir haberi?
Beklemiyordum. Ama bu film işleri öyle bir yol ki, filmi yapmak bir dert, yaptıktan sonra filmin yapacağı yolculuk ayrı bir dert. Açıkçası Beş Vakit, Cannes, Berlin gibi büyük festivallere gitmedi ama buna rağmen önemli dağıtımcıların dikkatini çekti. Neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde gösterildi. Hâlâ filmimle ilgili pozitif geri dönüşler olması beni motive ediyor. Zaten İngiltere'de sinema eleştirmenleri çok güzel yazılar yazdılar. Belki bizde sinema eleştirmenlerinin gişeye pek etkisi olmuyor ama İngiltere'de bir etkisi oluyor. Tabii bu tür başarılar bir sorumluluk da veriyor insana, daha yenisini, iyisini yapma konusunda. Bu da bizim gibi sinemacıların hep istediği bir şey.

-Beş Vakit zamanı, Korkuyorum Anne keşfedilmişti, şimdi yeni filminiz Hayat Var'ı çektiniz, ama İngilizler Beş Vakit'i keşfetti. Sizin filmlerinize gelen reaksiyonların zaman almasını neye bağlıyorsunuz?
Benim kaderim bu galiba. (Gülüyor). Bu durum A Ay'la başladı, o filmim 10 yıl sonra konuşuldu... Dediğin gibi Beş Vakit zamanı Korkuyorum Anne ile ilgili pozitif tepkiler gelmeye başladı. Ama ben bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu bana 'Derin nefes al unut gitsin...' tavrını öğretti. Bir yönetmenin filmlerinin zaman içerisinde değerlenmesini de önemsiyorum.

-Sinemamızda, sizin de içinde bulunduğunuz daha kişisel sinema yapan bir kuşak var ve bu kuşak yurtdışında da önemli başarılara imza atıyor. Türkiye'de bu kuşağa olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında, bahsettiğiniz kuşak kendi kişisel çabalarıyla film yapan yönetmenlerden oluşuyor ve bu kuşağın birbirinden oldukça farklı filmler üreten bir yapısı var. Ama kanımca Türkiye'de de bu çaba olumlu anlamda değerlendiriliyor. Bize Türkiye'de kıymet verilmiyor diye bir durum yok bence. Sonuçta 40 - 50 bin kişi kalkıp sinemaya gidiyor filmlerimizi görmek için, sonra DVD'sini alıp izliyor. Yıllar sonra tekrar izliyorlar. 1989 yaptığım A Ay'ın DVD'si hâlâ satılıyor. Daha ne olsun. Bence bu çok heyecan verici bir şey. Hani size kıymet vermeleri için milyonların sinemaya gitmesi gerekmiyor. Bahsettiğin kuşak olarak bizim şöyle bir şansımız var. Biz Türk sinemasına bir renk kattık. Hatta bir iddia gibi düşünülmesin ama dünya sinemasına da bir renk kattığımız söyleniyor. Bu da mutluluk verici bir şey.

-Yurtdışında ve Türkiye'de sinemamıza önemli bir ilgi var, hem festivaller hem de seyirci açısından. Ama popüler sinema ile yaratıcı sinema arasında da bir kutuplaşma oluşuyor gibi bir algı yaratılıyor...
Aslında bunu kutuplaşma olarak algılamak yerie bunun zenginlik olduğunu kavramalıyız. Popüler sinema ile bizim yaptığımız sinemanın karşılaştırılması çok da doğru gelmiyor bana. Mesela Cem Yılmaz, gidip bir fantastik komedi çekiyor ve aldığı tepkilere bakılırsa da layıkıyla işin altından kalkmış. Bence herkes bir renk veriyor sinemaya ve bütün bu renkler ve farklılıklar dönüp dolaşıp sinemamıza yarıyor. Herkesin ayrı bir yeri ve tadı var. Mesela Derviş Zaim düşük bir bütçeyle Nokta'yı çekiyor ve pırlanta gibi film ortaya çıkıyor. Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun'la Cannes'da en iyi yönetmen ödülü aldı ki, Sınıf'ı görünce Altın Palmiye'yi de çok rahat alabilirmiş diye düşündüm, yani bütün bunlar aslında ne kadar zengin bir sinema yaptığımızın göstergesi. Bence bu zenginlik düşünce hayatımıza da yansıyor, düşünce hayatımız zenginleşince de daha mutlu insanlar olma potansiyelimiz artıyor. Açıkçası sinemamız adına oldukça pozitif bir dönemdeyiz ve bunu iyi değerlendirmeliyiz. Yani olaya kutaplaşma diye bakılmamalı.

-Dünyada son üç beş yıl içinde adeta Türk sineması keşfedildi. Bu sinemamıza nasıl bir açılım getirir?
Evet, birkaç yıldır özel bir ilgi olduğu doğru, açıkçası Türk sineması şu an moda. Hemen her festival programına illa bir Türk filmi alıyor. Özel programlar yapıyorlar. Ama bunun devam etmesi gerekiyor. Bunun devam etmesi için de aynı heyecanla film yapmalıyız. Çünkü sinemayla yapılacak çok daha yeni şeyler var.