kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
4 Aralık 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Bezginlik

Martin Heidegger, JeanPaul Sartre, Paul Ricoeur, Jacques Derida, Michel Foucault gibi 20'inci yüzyılın büyük beyinlerini derinden etkileyen Alman filozofu Edmund Husserl bundan neredeyse 80 yıl önce "Avrupa'yı tehdit eden en ciddi tehlikenin bezginlik olduğunu" söylemişti.
Gözlemi ve uyarısı bugün de geçerliliğini koruyor. Avrupa hem yorgun, hem de bezgin. Ekonomisi yorgun, halkları bezgin. Siyaseti yorgun, kültürü bezgin. Askeri yorgun, diplomasisi bezgin...
Ama bir alanda veya bir konuda korkularının tetiklediği-şaşırtıcı bir dinamizm varlığını koruyor: Türkiye'nin olası üyeliği!
Gelin görün ki, o faydasız dinamizm de bizde, yani sokaktaki vatandaştan siyasetçiye kadar Türk toplumunun hemen tüm kesimlerinde bezginlik yaratıyor. Sadece hevesi, heyecanı değil, inancı da körelten bir bezginlik bu.
Üstelik son dönemde Avrupa'dan gelen her mesaj bu duyguyu daha da kamçılıyor, katlıyor.
Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu'nda "Türkiye raporu" görüşülürken bazı parlamenterlerin yarım yamalak da olsa çıtlattıkları gerçekler veya AB üyelerinin gizli niyetleri, sizi bilmeyiz ama bizdeki bezginliğe tavan yaptırdı.
Türkiye raportörü Ria Oomen-Rujiten'in hazırladığı ve değişiklik önergelerinden sonra kesin biçimini alacak olan raporun, komisyonda vakit yokluğundan ötürü sadece 20 dakika süren görüşmelerinde örneğin Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı (Avrupa Parlamentosu'nun en etkili üyelerinden. Geçen hafta Ankara'yı ziyaret eden heyette yer aldı) Hannas Swoboda, "AB'nin Türkiye'ye net bir perspektif vermediğini" itiraf etti. Düşünün, üyelik için ilk başvurunun yapılmasından 70 yıl, müzakerelerin açılmasından 3 yıl sonra Türkiye hâlâ AB sürecinde yolun sonunu göremiyor.
Swoboda ayrıca herkesin bildiği bir sırrı da açıkladı: "Türkiye'yle müzakerelerde bazı AB üyeleri keyfi olarak birçok başlığın açılmasını engelliyor."

"Uyut" ve "Unut" politikası
* Sadece başlıkların açılması engellenmiyor; Türkiye'yi yıldırmak için daha önce hiçbir adayla müzakerelerde görülmeyen özel koşullar dayatılıyor.
* O kadarla da kalınmıyor; müzakereler "Ucu açık" sürdürülüyor. Sadece Türkiye için geliştirilen bir formül bu. Geçmişte AB'ye katılan tüm ülkelere "Üyelik garantisi" verilerek masaya oturuldu. Hırvatistan'la sürmekte olan görüşmelerin başında da tam üyelik taahhüdünde bulunuldu.
* Bitmedi. Hiçbir adayla üyelik müzakereleri başladıktan sonra sürecin ortasında, "Gelin imtiyazlı ortaklık statüsüne razı olun" denilmedi. Türkiye hariç.
* Bitmedi. Geçmişte de, bugün de tüm adaylara yolun başında veya ortasında üyelik için tarih verildi. Türkiye hariç.
* Biter mi? Geçmişte de, bugün de hiç bir adayın üyeliği referanduma götürülmedi. Türkiye hariç.
Üstelik tüm bu çelmelerin hükümetlerin değil devletlerin gizli politikası olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Buyurun taptaze bir örnek: Avusturya'da hükümet değişti. Hükümetle birlikte Dışişleri Bakanı da. Ursula Plassnik'in yerine Michael Spindelegger geldi. Verdiği ilk demeçte ne dedi dersiniz? "Plassnik'in politikalarını ve görüşlerini destekliyorum. Sadece Türkiye'nin üyeliği referanduma sunulacak. Çünkü Türkiye farklı!" İşte can alıcı nokta bu. Yarım yüzyıl öncesine giden ve de yoğunluğu sürekli artan ilişkilere rağmen, Avrupalı biz Türkler'i "Öteki" olarak görüyor. Kendi kimliğinin tanımlanmasında esas faktör haline gelen "Öteki".
Onların gözünde "Öteki", yani bizler, " Yabancı "yı simgeliyoruz. "Karşıt kutup " oluyoruz. " Başka dünyalı " görülüyoruz. Neredeyse " Farklı bir tür " diye algılanacağız!
Önyargı kalıplarını da aşan bu "Patolojik" sorunun ördüğü görünmez surların hiçbir zaman aşılamayacağı, aşmak bir yana gedik bile açılamayacağı hergün biraz daha net görülüyor.
O yüzden bezginiz.
Bir de sanki hiçbir şey olmamış gibi, "Reformları hızlandırın" demiyorlar mı...
Bir de öğrencisine ev ödevi veren öğretmen edasıyla bir dizi talep sıralamıyorlar mı...
Bir de "Bu dediklerimiz yapılmazsa müzakereler durur" diye gözdağı vermiyorlar mı...
Bir de havuçsuz sopa politikaları denemeye kalkışmıyorlar mı...
Bezginliğimiz katlandıkça katlanıyor.