kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
25 Kasım 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERGUN BABAHAN

Dikta rejimi

Türkiye'de işbaşına gelen iktidarlar söz vermelerine rağmen üç şeyi kesinlikle değiştirmezler: Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası ve Türk Hava Yolları'nın statüsü.
Üçü de doğrudan iktidarla ilgili konulardır belki de ondan.
Burası seçim kazanan liderlerin iktidarlarını yıllarca sürdürdüğü bir ülke.
Bu aslında sadece siyasi partilerle ilgili değil, meslek odalarından sivil toplum kuruluşlarına kadar geniş bir yelpazede benzer bir uygulama var.
Çünkü hukuk altyapısı iktidarda olanı korkuyor, elini güçlendiriyor.
Bir odada, bir üniversitede, bir sivil toplum kuruluşunda bir kez iktidara geldiniz mi, iktidarınızı değişik yollardan sürdürmenizi sağlayacak olanaklar, tüzük düzenlemeleri elinizin altında oluyor.
Son rektörlük seçiminde bir üniversitede görev süresi dolan rektörün eşi en çok oyu almıştı.
Bunu sağlayan o ailenin üstün üniversite yönetme nitelikleri değildi elbette, rektörün iktidardayken üniversite çalışanlarına sunduğu olanaklardı.
Benzer bir yöntem siyasi partilerde var, üstelik daha güçlüsü.
Hem Siyasi Partiler Yasası, hem parti tüzükleri bu durumu güçlendiriyor.
O nedenle bir siyasi parti lideri sandıkta ne sonuç alırsa alsın, partisinin gerçek seçmeni delegeleri avucunda tuttuğu sürece saltanatını sürdürebiliyor.
Demokrasinin en temel kurumu olduğunu savunan siyasi partiler, zamanla demokrasinin en az işlediği yerler haline geliyor.
Tek sesin hakim olduğu, muhalif görüşün kendine yer bulamadığı kurumlara dönüşüyor.
Bundan da en büyük yarayı yine demokrasinin kendisi alıyor.
Kendini yenileyemeyen siyasi partiler, demokratik sistemin önünde bir takoza dönüşüyor.
İktidar alternatifi çıkaramayan siyasi partiler, demokrasi dışı yollara başvurmakta bir sakınca görmüyor.
Siyasetin devreden çıktığı durumlarda yakın tarihimizde sıkça gördüğümüz üzere askeri veya yargısal bürokrasi devreye giriyor.
Türkiye'de seçimi kaybeden liderin koltuğunu da kaybetmesi için sadece çağrı veya teklif yeterli değil.
Bunun hukuki altyapısını hazırlamak, parti içi demokrasi yollarını güçlendirmek gerekir.
Türkiye'de seçmen son 10 yılda gösterdiği olgunlukla daha yüksek standartta bir demokrasiye layık olduğunu kanıtladı.
Şu anda sadece korku üstüne kurulu bir siyaset, kimi partilerin varlık nedenini koruyor ama iktidara alternatif olmalarına yetmiyor.
Ülkenin ihtiyacı olan alternatif siyasetler üretebilecek genç siyasetçilerin yolunu açmak gerekiyor.
Bu da sadece çağrıyla yapılamaz.