kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
12 Kasım 2008, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Değiştirilemez hükümler

Üniversitelerimiz, hiçbir konunun "Tabu" olmadığı, her türlü düşüncenin sınırsız özgürlük ortamında dile getirilip tartışılabildiği platformlar olma görevini, hatta misyonunu giderek daha cesur üstleniyorlar. Özellikle de vakıf üniversiteleri.
Bilkent Üniversitesi'nin Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı ile düzenlediği "Anayasalardaki değiştirilemez ilkeler" konulu sempozyum bu gelişmeye parlak bir örnek oluşturdu.
Sempozyumda iki gün boyunca anayasa hukukçuları bu temel yasaların nitelikleri, kapsamları, iktidarlara koyduğu sınırlar, getirdiği yasaklar ve anayasa mahkemelerinin yetkileri üstüne değerlendirmeler yaptılar.
Çok da ilginç görüşler ortaya atıldı. Örneğin Doç. Dr. Osman Can, 1961 ve 1982 anayasalarını "Ferman anayasaları" diye nitelediği konuşmasında "Değiştirilemez hükümlerin varlığının anayasalarda meşruiyet sorunu yarattığını" savundu, raportör olarak görev yaptığı Anayasa Mahkemesi'nin "Anayasa bekçiliği"ni eleştirdi, yani değişimin önündeki set olduğunu ima etti.
Prof. Dr. Ergun Özbudun ise, Anayasa'nın "Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddelerinin yoruma açık olduğunu söyledi, "Bu kadar geniş kavramları değiştirilmezlik kapsamı içine sokmak ve hükümlerin bekçiliğini de Anayasa Mahkemesi'ne bırakmak, ona Anayasa değişiklikleri konusunda sınırsız takdir hakkı tanımaktır" dedi.

Devlet dönüştürülebilir mi?
Değiştirilemez maddelere yönelik eleştirilere elbette saygımız var ama karşı görüşü savunan -ve galiba çoğunlukta olan- hukukçulara da kulak vermek gerekiyor.
Örneğin Bilkent'teki sempozyumda söz alan Federal Alman Anayasa Mahkemesi eski Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Winfried Hassemer, Alman Anayasası'nda da değiştirilemez hükümler bulunduğunu (Not: 79/3'üncü madde) hatırlattı, "Değiştirilemez hükümlerin varlığı demokrasi açısından kabul edilemez" dedi ama hemen ardından ekledi: "Yine de değiştirilemez ilkelerin haklılığının bulunduğunu düşünüyorum. Toplum içinde bu normların yeri vardır. Bazı normlar istikrarlıdır, süreklidir." (Bir not daha: Sadece Türk ve Alman anayasalarında değil, birçok devletin temel yasasında da değiştirilemez hükümler yer alıyor. Fransız Anayasası'nın 89'uncu maddesi, Portekiz Anayasası'nın 288'inci maddesi, Belçika Anayasası'nın 130'uncu maddesi, Yunanistan Anayasası'nın 139'uncu maddesi gibi.)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yıllarca Türkiye'yi temsil eden Rıza Türmen'in de bu tür eleştirilere çok net bir yanıtı var: "Ünlü Alman hukukçusu Hans Kelsen, 'Saf Hukuk Teorisi' adlı kitabında anayasaların görevinin siyasal iktidarlara yasal sınırlar getirmek olduğunu belirtir. Hukuka uygunluk ilkesi, her hukuk sisteminin temelini oluşturur. Yasama organının tasarruflarının geçerliliği anayasaya uygun olmalarına bağlıdır. O nedenle yasama organının yargı denetimine tabi olması, anayasal düzen için gerekli bir güvencedir. Anayasalardaki devletin temel yapısına ilişkin hükümlerin değiştirilemez nitelik taşımasının mantığını anlamak kolay. Bu maddeler öylesine ilkeleri kapsıyor ki, değiştirildikleri takdirde, o devlet başka bir devlet olur."
Bu konunun anıt isimlerinden Roger Duverger'den alıntı yapmazsak, yazı eksik kalır: "Temsili demokrasiler, seçimle gelen krallar üretir." Devamını Lord Acton'dan aktaralım: "Demokrasinin en yaygın kötü yönü, çoğunluğun tiranlığına yol açmasıdır."
İşte bu "Seçilmiş krallar"ın ve "Çoğunluk tiranları"nın devletin vazgeçilemez ilkelerini ve varoluş felsefesini yozlaştırmamaları, çürütmemeleri, ortadan kaldırıp farklı rejimlere, bambaşka bir devlete dönüştürmemelerinin hukuki çözümü iktidarların yetkilerinin anayasayla sınırlandırılmasında ve devletin temel yapısını koruma görevinin anayasa mahkemesine verilmesinde görüldü.
Zaten Türkiye'de de değiştirilemeyecek hükümlerin 1961 Anayasası'yla başlamasına ve egemenliğin yetkili organlar arasında dağıtılmasına, Adnan Menderes'in milletvekillerine "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" diye seslenmesi yol açmadı mı?