kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Kasım 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Kalbinin sesi kâtibin sesi

Geçen hafta "Gökten bir elma düştü" başlıklı "umut" lu yazı üstüne genç bir "okur-yazar", Tuğba Karaduman, bir elektronik posta yollamıştı.
Bir yerinde diyordu ki...
"Kendi seslerine yabancılaşmış insanların başkalarının sesi olmalarını beklediğimiz günler..."
Bu ifadenin verdiği ilhamla ben de şöyle diyeyim:
"Kendi (iç) seslerine yabancılaşmış insanlar, bazı "başkaları"nın sesi haline gelmiş; bizler (sizler) onlardan kendi sesleriyle sizin de sesiniz olmasını bekliyor(sun)uz."

Tırsık
Toplumun önünde konuşan, yazan, tartışan, böyle bir gücü, imkanı, fırsatı, işi, sorumluluğu, görevi olan nice insan...
Ancak "iç sesleri"ni kaybettikleri, "kendi seslerine yabancılaştıkları" ve "kimilerinin sesi" haline geldikleri oranda bu işleri yapıyor. "En bağımsız, en gür" çıkan sesleri dahi, bir başka güçlü sesi kollayabiliyor. Sesli harfleri anide sessizleşip "tıssss" lıyor, iç sesleri pörsüyor, tırsıyor.
Bir; ancak o sayede orada, o konumlarda olmaları mümkün kılınıyor.
İki; onlar da ancak o sayede o konumları, statüleri sürdüreceklerini biliyor.
Üç; bazısının zaten "iç sesi, kendi sesi" yok. Kalmamış ya da olmamış!

Yamuk
Buna karşılık, böyle siyaset, kanaat, sivil toplum, devlet, askeriye, ticaret, akademi, cemiyet, cemaat "önderleri, önde gelenleri, önde gidenleri, önde duranları, önünüzde duranları, önlem alanları, önem arz edenleri" karşısında, milyonlarca insanın durumu daha farklı.
Bu etkili ve yetkili "ağızlar, kalemler, klavyeler, yüzler, gözler" bir imkan ve güç uğruna yahut imkan ve güçleri olduğu halde "ses telleri"ni deforme edip yamultanlar.
Oysa, milyonlarca insanın önünde, arazide birazcık var olabilmek için zaten üç temel yol kalıyor:
1. Kendi "iç sesi" ne güvenmemek, bundan ürkmek, susmak veya mecburen (bazen giderek gönüllü) başkalarının sesleriyle düşünmek, konuşmak, uyumak veya uyanmak.
2. Kadim dini, milli, tarihi, ideolojik ezber ve şablonları, üstüne hiç düşünmeden, "kendi sesi" olarak bağırmak.
3. "İç sesi" başına bela kılınmak.

Pastörize
İmkânsız, güçsüz milyonların "sesi" meselesi kafadan "demokrasi" sorunu.
Esasta, memlekette özünün üstü çizilmiş haliyle "cumhuriyet" sorunu da.
Demokratik eğitimle, demokratik iş ortamıyla, ekonomik, kültürel ve toplumsal demokratik haklarla ilgili şeyler.
Öteki "imkan, pozisyon, makam, güç, köşe, ekran, kalem, mazbata, sivil veya askeri üst düzey konum" sahiplerininki ise, daha ziyade "ahlaki, etik" mesele.
Yanlış anlaşılmasın da kimse "sevsinler seni" demesin...
"Ahlaksızlık"ın tersi anlamında bir "ahlak" tan söz etmiyorum.
Vicdana ve vicdanına, toplumun sessiz seslerine de kendi iç sesine de, iç sesin duruluğuna da ne pahasına olursa olsun yabancı düşmemek, araziye uymamak, güçlü bir sesin katibi, yanaşması olmamak kültüründen söz ediyorum.
"Kötü şeyler yapmamak" manasında bir "pastörize" ahlak veya "steril" etik değil. "Pasifize bir namus ve temizlik makyajı" değil.
Tam tersine, çeşitli durumlar karşısında mutlaka bir şey yapabilme, mutlaka bir şey diyebilme, mutlaka tavır alabilme, tepki koyabilme, isyan edebilme, bağımsız olabilme, seslerin bastırılmasına karşı ses alabilme ve ses verebilme manasında "ahlak" veya "etik".

Kalıp
Oysa bakın;
Bunu yapabilmesi beklenenler...
Tabii hepsi değil de kimileri...
Mesela gazeteciler, mesela edebiyatçılar, mesela sanatçılar, mesela akademisyenler, mesela milletvekilleri, mesela her kademeden siyasetçi, mesela sivil toplum örgütü mensupları durmadan, hiç durmadan seslerini nasıl, kime göre devamlı "akort" ediyorlar?
Yakışıyor mu yani!
"Kalbinin adamı" olmak varken sokulduğun "kalıbın adamı" olmak.
Şart mıdır bunca yanaşmalık?