kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
11 Kasım 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Erdoğan ya Bush'a değil de Baykal'a benzeseydi...

Fehmi Koru'nun Başbakan Erdoğan için "Obama gibi geldi Bush gibi oldu" benzetmesini yapması ve buna da Başbakan'ın kamuoyu önünde öfkeli bir cevap vermesi, belirli çevreleri çok sevindirdi.
Acaba Fehmi Koru, benzetmesinde ABD'nin başkanlarını değil, CHP'nin genel başkanlarını ele alıp, Erdoğan için "Atatürk gibi geldi, Deniz Baykal gibi oldu" deseydi, aynı çevreler ne tür bir tepki verirdi?
Ama Türk siyasetine dönük bu tür benzetmelerde nedense, dış dünyanın figürleri daha çok kullanılır.
Askerler kendilerini Napoleon'la, siyasetçiler Churchill'le karşılaştırmayı yeğ tutarlar.
Bu arada her mesleğin evrensel ortak yanları pek hatırlanmaz.
Neticede AK Parti 2002'den beri tek başına iktidarda ve Erdoğan da altı yıldır Başbakan.
Ne kadar çalışkan olursanız olun ve ne kadar çok hizmet üretmiş olsanız da, iktidarda bulunmak hem yıpratır, hem yabancılaştırır.
Ayrıca her ülkenin gücüne ve imkanlarına göre, yerel iktidarların da hareket alanları sınırlıdır.
Son değerlendirmede ABD Başkanı Bush veya Obama, Afganistan'a yahut Irak'a askeri müdahale kararı verebilirler.
Ama Türkiye'nin veya İtalya'nın ya da Almanya'nın başbakanları, Amerikan Başkanı'nın kararını ya desteklerler ya da çekimser kalırlar.
ABD başkanları kıtalar ve okyanuslar ötesi Afganistan'ın ve Irak'ın Amerika'nın güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle bu ülkeleri işgal kararı verirken, Türkiye'nin Başbakanı sınır komşusu olan Irak'ta üslenen bölücü teröristlerin varlığı kanıtlanmış olmasına rağmen bu ülkeye askerini gönderemez.

İktidar yıpratır
Birinci mesele bu.
Türk başbakanlarını Bush veya Obama ile mukayese ederken, Türkiye ile Amerika'nın farklarını da mutlaka göz önüne almak gerekir.
İkinci mesele de şu.
İktidar, siyasi kadroları toplumdan uzaklaştırır.
Dünyada da böyle değil mi bu?
Aristokrasiyi, monarşiyi, oligarşiyi yıkıp, emekçileri iktidara getirmek için devrim yapan kadroların, sonunda kendi oligarşilerini oluşturduklarını hep görmedik mi?
AK Parti'nin çekirdek kadroları da merkezden değil çevreden geldiler. AK Partili girişimciler büyük holdinglerin değil, orta ve küçük işletmelerin sahipleriydiler. Onların ekonomik tabanını daha çok esnaf ve zanaatkar oluşturmuyor muydu?
Ama şimdi durum farklı.
Esnaftan biri "Akşama kadar siftah yapamıyorum" dediği zaman bunu, AK Parti iktidarının sözcüleri ne kadar anlayışla karşılayabilir ki?
Her iktidarın olduğu gibi şimdi onların da çevreleri, işleri yolunda girişimcilerle doludur.

Kafaları karışık
Altı yıllık iktidarlarında ne kadar hizmet edip icraat yapmış olsalar bile, Türkiye'nin yapısal eksiklerine konjonktürel problemler de eklendiğinde, mutsuz kesimlerin sesleri daha fazla duyulacaktır.
Yani Başbakan Erdoğan Güneydoğu sorununa ilişkin en radikal liberal demokrat söylemleri seslendirseydi de, bu böyle olacaktı.
Yani Erdoğan Türkiye'yi AB üyesi yapmış olsa bile bu böyle olacaktı.
Bakın işte Macaristan AB üyesi. Ama ekonomik krize karşı Avrupa Merkez Bankası'na yahut AB Komisyonu'na değil, IMF'ye sığındı.
Bu arada Başbakan Erdoğan, Fehmi Koru'ya kızdı diye bayram edenlerin medyası da fazla sevinmesin.
Neticede o medyanın mensupları kendi içlerindeki Can Dündar'a daha fazla kızdılar. Çünkü kafaları karışık.
Hem laikliği, demokratlığı savunduklarını söyleyip, her ağızlarını açtıklarında liberal demokratlara saldırmayı yeğ tutmuyorlar mı?