kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Kasım 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Sahnede kimbilir kaç yıl

1950'lerin sonları. Devlet Tiyatrosu'nda Çöl Faresi'ni izliyorum. Gencecik bir oyuncu, benim için yepyeni bir oyuncu var sahnede. Oynamıyor, büyü saçıyor sanki. On beş saatlik otobüs yolculuğundan sonra otel yerine tiyatroya gitmeye karar vermiş, nasılsa bir bilet bulup kendini salondaki koltuğa atmış beni, oyun başlamadan önce başı sürekli önüne düşen, saç diplerine kadar yorgun olan beni bile diriltiyor.
Adı Yıldız Kenter .
Şimdi ellinci sanat yılını kutluyor. Elli yıl tiyatro seyircisi olmak bile büyük başarı. Peki, elli yıl sahnede kalmak nedir?
Çılgınlık.
Ezra Pound, bir şiirinde yazar olmaktan yakınıyor. "Tanrım, küçük bir tütüncü dükkanı ver bana. Ya da hangi mesleğe yazarsan yaz... İnsana her zaman beyninin gerektiği bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka" diyor.
Tiyatroculuk, yazarlık gibi de değil üstelik. Beyin dışında, sürekli fiziksel dirilik de istiyor.
Tanrı, istediği tütüncü dükkanını verseydi, iki gün sonra kepengi kapatıp yine yazarlığa dönerdi Pound. Çünkü o da çılgınlardan biriydi.
Yıldız Kenter gibi.
Yıldız Kenter de çılgınlığını yaşamına iliştirmiş.
Hayır. İliştirmemiş. Yaşamının özü, yaşamının gerekçesi yapmış onu.
Onurla taşıyor.
Yukarıdaki satırları Yıldız Kenter'in sahnede 50. yılı dolayısıyla yazmıştım. Geçenlerde kimbilir kaçıncı yılı kullandı.
Yeniden düşünüyorum: Gerçekten, acaba kaç tiyatro seyircisi elli yıl boyunca oyun seyretmiştir ? Hele ülkemizde... En "tiryaki" seyircilerin bile belirli bir yaşa erişince tiyatronun yolunu unuttuklarına tanık oldum.
Bu kadar süre sahnede kalan, üstelik hep "yıldız" olarak kalan oyuncular sanırım bütün dünyada parmakla gösterilir.
Tiyatro, sinema meraklıları... Sayın bakalım, kaç sanatçı sayabileceksiniz...
Yıldız Kenter, bu mucizeyi gerçekleştirmiş, üstelik ödün vermeden, ucuzluklara sığınmadan, hep "Bir Numara" olarak kalmayı başarmış bir usta.
Yazıp oynadığı Hep Aşk Vardı'yı (İş Bankası Yayınları) geçen hafta yeniden okuduğumda bu mucizenin ipuçlarını buldum.
Demokrat Parti'li yıllarda, yerli McCarthy'lerin cirit attığı, kibrit kutularının üstündeki ağaç resimlerinde Marx'ın, Lenin'in silüetlerinin keşfedildiği dönemde, Yıldız Kenter Erdek Şenliği'nde kalkıp Nazım'dan şiirler okumak yürekliliğini göstermişti.
Kendi tiyatrosunu kurduktan sonra onu yeterince solda olmamakla, sadece "burjuva eğlencesi" oyunlar oynamakla suçlayanlar oldu.
Yıldız Kenter, açık yüreklilikle, "Ben Artık Emek'i, Sermaye'yi filan okumadım," diyor. " Marx da okumadım, okusam da anlayamazdım... Ama sen, Çehov 'a, Arthur Miller 'a, Gorki 'ye, Pembe Kadın 'a, ne bileyim ben, Hocamın Olgunluk Çağı 'na, daha birçoklarına burjuva eğlencesi diyorsan, Marx'ı sen de iyi anlamamışsın canım. Bu oyunların hepsinde devrimin ta kendisi var be. (...) Ben artık her şeye tiyatronun penceresinden bakar oldum."
O yılların oyunlarını düşünüyorum da, ne gününün Türkiye'sini, ne sokaktaki adamı, o adamın sorunlarını anlamış, ne Marx'ı sindirmiş kişilerin kurduğu derme çatma toplulukların sergiledikleri oyunlardan neredeyse hiç birini hatırlamıyorum. (Tiyatroyu gerçekten bilen, bin türlü engele karşın dirençle, onurla politik görüşünü savunan sanatçılardan söz etmiyorum elbette.) Ama Üç Kuruşluk Opera da, Ayaktakımı Arasında da, Vanya Dayı da bütün özüyle, canlılığıyla, sunuluşuyla gözümün önünde.
Hep Aşk Vardı benim için olağanüstü güzel bir sürprizdi. Sadece tiyatroseverlere değil, bütün edebiyatseverlere okumalarını öneririm. Bir usta oyuncuyu daha iyi tanıyacaklar. Bunun yanısıra, bir usta yazarla da tanışacaklar.
Kitabın bir yerinde, Hamlet oyununun hiç bir gün dolu salona oynanmadığını belirtiyor Yıldız Kenter. (Filmler dahil, gördüğüm en iyi Hamlet'ti.) Sonra bir seyircisiyle konuşmasını aktarıyor:
"Genç bir doçent hanım, 'Siz bu gibi bulvar komedilerinde oynamamalısınız artık,' dedi... ' E, Hamlet'i görün siz, ' dedim. ' Ah, Hamlet, görmüştüm onu, biliyorum mevzusunu... ' Vay be!.. Mevzusunu biliyormuş! 'Mevzusunu' ... Shakespeare iyi ki Türkiye'de doğmamış!"
Ya Yıldız Kenter... Türkiye'de değil, bir Batı ülkesinde doğsaydı, bugün seçkin ödüllere boğulmuş uluslararası bir "star"dı.
Ama iyi ki Türkiye'de doğmuş, iyi ki bizim de böyle bir sanatçımız olmuş.