kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Kasım 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Yoldaki diken

AB'de Türkiye'nin destekçileri bir süredir birlikte hareket ediyorlar. Bu amaçla gayriresmi bir oluşuma gittiler. Buna bir tür "Kulüp" ya da "Türkiye'yi sevenler derneği" diyebiliriz.
Kulüpte İngiltere, İtalya, İspanya, Polonya gibi AB'nin -nüfus ve ekonomik güç açısından- ağır topları arasında sayılan ülkelerin yanı sıra Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya ve İsveç de yer alıyor. Saydığımız dostların dışişleri bakanları, diplomatları zaman zaman bir araya gelip AB organları ve kurumlarında Türkiye karşıtlarının hamlelerini boşa çıkarmak için taktik geliştiriyorlar, strateji belirliyorlar.
İşte bu kulübün son ama en ateşli üyelerinden Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'dan grubun "Doğal lider"i gösterilen İngiltere'nin başkenti Londra'ya geçtik.
Londra programını anlatmadan önce Prag'daki yoğun görüşmelerde aldığımız mesajları özetleyelim. (Malum, Çekler yıl başında AB dönem başkanlığını üstleniyorlar, o nedenle söylediklerini önemsemek gerekiyor.) Dedikleri şu:
* Kıbrıs: AB, Kıbrıs Rum kesimini üyeliğe alarak çok büyük bir hata yaptı. Ama bu hatanın bedelini siz ödüyorsunuz. Sorry!
* AB süreci: Herkes sorumluluğunu üstlenmeli. Türkiye, Kopenhag kriterlerini tam olarak uygulamak ve içselleştirmek, o aşamaya gelince AB de kapıyı açmak zorunda.
* Fransa'nın politikaları: Çekler bu konuda cümlelerine iğneleyici, hatta kızgınlıklarını dışa vuran sıfatlar serpiştirmeye özen gösterdiler, "Gerisini siz çıkarın" demeye getirdiler. O imalardan ve öfkenin diplomatça dışavurumundan şu mesajları aldık: Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile birlikte Fransa'nın "Emperyal" hastalığı depreşti. Herkese yukardan bakıyor. Örneğin bize çocuk muamelesi yapmaya kalkıyor. Kendini 21'inci yüzyılın Napolyon'u gören Sarkozy, AB'nin 26 üyesine imparatorluğunun eyaletleri, o ülkelerin halklarına da tebaası gibi davranmaya kalkışıyor.
Gerek Roma'da, gerekse Prag'da diplomatlarımız -ağız birliği etmiş gibi- bizi aynı uyarıyla uğurladılar: "AB sürecinde dışarıda, buralarda pek sorun yok. Aman içeriye çeki düzen verin."
İçeriye çeki düzen vermekle, yeni Anayasa yapılması veya 1982 Anayasası'nda köklü değişikliği (Anayasa Mahkemesi'ndeki parti kapatma davaları bu konuyu AB'nin Türkiye'den beklentilerinin ilk sırasına taşıdı), hukuk reformunu, Kopenhag Kriterleri'ne yaklaşmak için atılması gereken diğer adımları kastediyorlar. Tabii bir de geçmeyen baş ağrılarımızı: Kıbrıs, Ermeni iddiaları, Fener Patrikhanesi ve Heybeliada ruhban okulu gibi.

Londra'daki bir çuval incir
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'la gezimizin son durağı olan Londra'ya da, gerek ikili görüşmelerde, gerekse basın toplantısında aynı konuların deşileceğinden emin olarak indik. Ama yanıldık!
Babacan ile İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband'ın dün sabah bizim de izlediğimiz ortak basın toplantısında Londralı meslektaşlarımız, AB sürecini, iki ülke arasında mükemmel düzeye ulaşan ilişkileri, Kıbrıs'ı, Ermenistan'ı, diasporayı ve de Türkiye'yle ilişkilendirilebilecek diğer sorunları veya konuları ellerinin tersiyle itip sadece bir konuya odaklandılar: Prens Andrew'in eski eşi York Düşesi Sarah Ferguson'un İstanbul-Zeytinburnu ve Ankara-Saray'daki zihinsel engelliler rehabilitasyon merkezlerini ziyaretlerinde çekilen gizli görüntüler.
İngiltere'nin en çok izlenen kanallarından ITV, bir hafta süren tanıtım kampanyasından sonra tam da bizim Londra'ya ayak bastığımız saatlerde o görüntüleri yayınladı ve kıyamet koptu.
Nasıl kopmasın; vücutlarında yaralar, morluklar, şişler, yanıklar bulunan, kimi bağlanmış, kimi küçücük bir odaya kapatılmış onlarca çocuk.
Babacan yağmur gibi yağan soruları cevaplamaya, olayı anlatmaya çalıştı ama heyhat.
Çok başarılı geçen gezinin son durağında ayağımıza iri, çıkarılması da epey güç bir diken battı.
Yığınakta yapılan hata bir kez daha savaş alanında yıkıcı etkilerini göstermişti. Malatya'daki yurt faciasında, haydi ondan vazgeçtik, daha sonra benzer kurumlarda patlak veren rezaletlerde siyaseten hesap sorulsaydı, ilgili bakan sorumluluğunun gereğini yerine getirseydi, Londra'da ayağımıza bu diken batmayabilirdi.
Yurda ayağımız, kalbimiz ve vicdanımız yaralı olarak dönüyoruz.