kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
7 Kasım 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Türkiye'nin gösterişsiz stantları eleştirildi.

Frankfurt: Başarılı mı, değil mi?

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
22.10.2008
60. Frankfurt Kitap Fuarı'nı onur konuğu Türkiye'nin, bu fırsatı iyi değerlendirmediği yönündeki tartı.malar bitmedi..
İLİŞKİLİ HABERLER
Frankfurt: Başarılı mı, değil mi?
Frankfurt'taki 'Türk çıkarması' başarılı oldu mu, olmadı mı? Vallahi, bu insanın yarısı su dolu bir bardağı boş ya da dolu saymasına benzer bir hikâye. İlk kez gittiğim bu devasa fuardaki Türk varlığı iyiydi, güzeldi, hatta görkemliydi. Ama acaba tam sonuca ulaştı mı? Ya da, daha iyisi yapılabilir miydi? Sayısız etkinliğin ancak küçük bir bölümünü izlemiş biri olarak eleştiri yapmam belki doğru olmaz. Yine de gözlemlediğim eksiklikleri yazayım, belki gelecek yıllara yararı olur. Fuardaki kitap alanı albenisizdi, herhangi bir çekicilik taşımıyordu. Elbette diğer stantlarla, örneğin Amerika'ya ayrılan kocaman bölümdeki canlılık ve görkemle kıyaslamak istemiyorum. Ama işi sadece lokum ikramıyla sınırlamak yerine küçük 'happening'ler, yani sürpriz olaylar düzenlense, bize özgü ikram çeşitleri zenginleştirilse, mini-davetler verilse fena mı olurdu? Devlet yapacağını yapmış, firmalarımızınsa biraz daha gayrete ve hayalgücüne ihtiyacı vardı bence...
Ayrıca koca alanda gerçekten de Türk/Türkiye adı veya simgesi yok gibiydi.
Her yerde bayraklarımız dalgalansın demiyorum... Kültür artık evrensel bir alan, aşırı milliyetçilik gerekmiyor. Ama bu kadar da belirsizlik olmalı mıydı? Bülent Erkmen gibi bir otoriteye akıl vermek haddim değil, ama yine de yazacağım. O Çin harfleri gibi karmakarışık logo ancak bir koşulla işe yarayabilirdi: Turkey yazan harflerin diğer işaretlere kıyasla daha koyu dizilmesi ve hemen fark edilmesi... Bu yapılmayınca, bunların içinden Turkey adını bulup çıkarmak olanaksızdı.
Sergilerin birkaçını gezebildim ve çok beğendim. Bu arada, Forum'daki Türk edebiyatı ve yazarlığını özetleyen resimli sergi çok iyi düşünülmüştü: Dev portreler, özet bilgiler, kulaklıklarla verilen gerekli enformasyon... Ama burada da ciddi eksiklikler vardı. Doğrusu ben tümünü gezip namevcutları aramadım! Ama bilenler yazdı, basın değindi: Çetin Altan ve tüm Altan'lar, Onat Kutlar, Fethi Naci, hatta hemen tüm fuarda hazır ve nazır olan Doğan Hızlan nasıl unutulabildi acaba? Üstelik, mistik düşünce veya ona benzer bir başlık altında, doğum tarihleri 1965'e dek çıkan genç, ama tanınmamış insanlar tanıtılırken? Benim yazar ve düşünürleri sağcı-solcu diye ayırmadığımı, 'dini bütün' cepheye de büyük saygı duyduğumu okuyanlar bilir. Yine de böyle bir ayrımı sergiyi düzenleyenlerin yapması ve 'kendi cepheleri' saydıklarını gözetmeleri hiç hoş değildi.
Tüm bu eleştirilerime karşın, fuardaki Türk varlığının çok önemli olduğuna ve edebiyatımızı dünyaya açmada büyük işlev taşıdığına inanıyorum.

ADALETİN BU MU DÜNYA?
Sevgili dostum Adalet Ağaoğlu'yla fuarda bol bol hasret giderdik. Ve bir akşam yemeğinin hemen tümünde, onun geliş macerasını dinledik. Bunu yazmam gerek: Alınacak öylesine dersler var ki...
Aslında bu dev organizasyonun önemli bir ayağını yürüten seyahat acentesine ve halkla ilişkiler firmasına (adları lazım değil!) ben de kızgındım: Elektronik biletimi bir türlü yollamamışlar, uçuş bilgilerimi vermemişlerdi; bu yüzden benimle gelecek olan eşimin biletini de son dakikada alabilmiştim ve bana pahalıya patlamıştı. Vs. vs. Ama Adalet'i dinleyince, doğrusu ben tüm kızgınlığımı unuttum.
Öncelikle, Adalet Hanım oradaki üç etkinliğine karşın, sadece iki gün için davet almıştı. Ayın 16'sında gelip, aynı gün akşam üzeri bir konuşma yapması gerekiyordu. Teselli olarak da "Merak etmeyin, sizi oraya yetiştiririz," demişlerdi.
Yani gerekirse alandan direkt olarak konuşmaya götürürüz! Bunun üzerine Adalet itiraz etmiş, bir gün önce gitmeyi ve aradaki bir geceyi bizzat ödemeyi önermişti. "Peki," demişlerdi, ama o gidiş bileti bir türlü ona ulaşmamıştı: Sayısız telefonlarına karşın...
Sonunda, o gün ancak yedekte olduğuna dair bir bilgi almıştı. Erkenden ve tek başına havaalanına gitmiş, orada THY standında uzun bir sağırlar diyaloğundan sonra, yedekte bile adının olmadığını öğrenmişti. Çare? Biletini kendisinin almasıydı: Boş bir yer vardı. Adalet, bu 'Frankfurt'a hücum!' havası içinde iyice pahalılaşan biletinin gidiş kısmını satın almıştı: 500 küsur YTL'ye... Dönüşümü nasıl olsa mecburen hallederler diyerek...
Gerçi halletmişlerdi, ama ödediği gidiş bileti için Frankfurt'ta kimse ona kulak vermemişti! Bu kadar da değil.
Alabildiğine dolu bir uçağın en dibinde, kafasına düşen dolu bir çanta yüzünden zaten kırık ve Uhu ile tutturulmuş gözlüğünü de kaybetme tehlikesi atlatan Adalet, şakır şakır yağmur yağdığını da görünce, önceden istediği tekerlekli sandalyeyi sormuştu. Çünkü dostları bilir, Adalet Hanım uzun süredir yürüme zorluğu çekmektedir. Ama sandalye filan yoktu. Bunun üzerine, artık sabrı taşan Adalet Hanım koltuğuna yapışmış, "Ben bu şartlarda inmem," diye tutturmuştu.
Uçağın yeniden kalkması gereğine rağmen! Bunun üzerine havaalanının ambulansını çağırmışlar ve yazarımız, bir saatlik gecikmeyle kendisini nasılsa bekleyen görevlilere kavuşmuştu.
İşte size Türk devletinin 80 yaşındaki ünlü bir edebiyatçımıza reva gördüğü muamelenin bir özeti... Sevgili Adalet'in devletten 500 küsur YTL alacağı var. Ama bana sorarsanız, asıl alacağı tüm bunlar dolayısıyla bir özür. Ciddi ve kapsamlı bir özür. Devletimizin Engin Çeber olayı nedeniyle ilk kez özür dilemeyi başardığı bir dönemde, o da, farklı türde de olsa bir özrü hak ediyor.
Haberin fotoğrafları