kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Kasım 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Hüsam da kervana katıldı

Rivayet edilir ki, günün birinde Can Yücel'le Metin Eloğlu, Hüsamettin Bozok'a gitmişler, "Yahu, Hüsam," demişler, "izin ver de şu Yeditepe'de bir sanat sayfası yapalım."
Sırada bu olayı gülerek, keyifle anlatan Hüsamettin Bozok varmış meğer. Yaz sonu ölümleri kervanına o da katıldı. Kısa süre önce telefonla görüştüğümüzde sağlığının bozuk olduğundan... yakınmamıştı. O yaşta olağan bir şey olarak karşılamıştı bunu.
Bozok'un Yeditepe'si 1950'lerin, 60'ların en etkili iki sanat dergisinden biriydi (öteki, Yaşar Nabi'nin Varlık'ıydı). Biz çiçeği burnunda yazarlar için Yeditepe'de bir yapıtının yayımlanması, doçentlik tezinin kabul edilmesi gibi bir şeydi. Hele bir kitabının Yeditepe Yayınları arasında çıkması... Düpedüz düştü bu.
Şiire başladığım zaman, yazdıklarımı Hüsamettin Bozok'a göndermeye cesaret edememiş, Kaynak'ı, Şairler Yaprağı'nı denemiştim önce. Azıcık palazlanınca Varlık ...
Sonra Pazar Postası takımına katıldım.
Yeditepe'yi deneyebilirdim artık.
Nuruosmaniye Caddesi'nde Yeni Han'ın ikinci katındaki büyük odaya ilk girişimi hatırlıyorum. Sağdaki masada Hüsamettin Bozok oturuyordu. Masanın önündeki iskemlede, sırtı pencereye dönük, yaşlı, ufaktefek bir adam. Soldaki masada da gözlüklü, babacan, iki lafının birini kahkahayla noktalayan bir başkası.
Yaşlı adamın Doğmayan Hürriyet yazarı Hasan Amca, gözlüklünün de yaptığı kitap kapaklarından tanıdığım Agop Arad olduğunu öğrenecektim.
Hüsamettin Bey, sonradan hep tanığı olduğum büyük inceliğiyle karşıladı beni. Adımı bir yerlerden hatırlıyor gibiydi. Şiirime bir göz attı, yayımlayacağını söyledi. O anda mitologyada ne kadar esin perisi varsa, hepsi Cağaloğlu'na inip kanat taktı bana.
Bir yayınevi gibi değildi Yeditepe . Yazarların buluştuğu cümbüşlü bir bayram yerini andırıyordu. Fikret Adil, Eflatun Cem Güney, İlhan Tarus, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Muzaffer Buyrukçu, Nevzat Üstün, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Salah Birsel, Edip Cansever, Cemal Süreya, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner ilk aklıma gelenler.
Herkes çayını içip çene çalarken, Hüsamettin Bey bir yandan bize laf yetiştirmeye çalışır, bir yandan da Anadolu'ya gönderilecek kitap paketlerinin etiketlerini, "alındı listeleri"ni hazırlardı.
Arada bir kavga da çıkardı yayınevinde. Günün birinde o uysal, o serinkanlı Hüsamettin Bey bile iskemlesini kaptığı gibi bir ziyaretçinin kafasına indirmeye kalkışmıştı. Bir keresinde de Yaşar Kemal, yine bir yazarı pencereden atmak için hamle etmiş, ama bu satırların yazarı Anteplinin onu tutmasıyla katil olmaktan yakayı sıyırmıştı.
Yeditepe'yle ilgili anılarım ne kadar çok... Bir gün yayınevinde oturuyorduk. Cemal Süreya da vardı. Kapı açıldı, Eflatun Cem Güney girdi. Hüsamettin Bey bizi tanıştırdı; Üvercinka kitabını yeni yayımladığı Cemal'i, "Şair Cemal Süreya," diye "takdim etti" .
Eflatun Cem, "Oooo!" dedi Cemal'e. "Memnun oldum. Sizin şiirlerinizi pek severim. Döner döner okurum!"
Bir Varmış Bir Yokmuş kitabından bir tane aldı raftan. Cemal'e imzalamak için kalemini çıkardı. Yazmaya başladı: "Şiirlerini severek okuduğum..."
Durdu. Cemal'e döndü. "Affedersiniz," dedi, "isminiz neydi?"
Yeditepe Yayınları, o yılların en "şık" kitaplarıydı. Sabri Berkel'lerin, Haşmet Akal'ların desenleriyle süslenen sayfaları, okumaya başlamadan önce kimbilir kaç kere çevirirdim. Melih Cevdet'in Telgrafhane'si, Oktay Rifat'ın Karga ile Tilki'si, Samim Kocagöz'ün Sam Amca'sı, Garip üçlüsünün Batıdan Şiirler'i sadece bu yanlarıyla bile elimden bırakamadığım kitaplardı. Memet Fuat'ın çevirileri, Caldwell'in Kuyudaki Zenci, Hemingway'in Denizin Değiştirdiği, Steinbeck'in Kasımpatları da başucu kitaplarım arasına girmişti.
Kocamustafapaşa'da bir turşucu dükkanı vardı Hüsamettin Bey'in. Oradan kazandığı parayı yayınevine yatırır, hep içeri girerdi. İşini, severek, içi titreyerek, titizlikle, coşkuyla yapardı. Tanıdığım en büyük "sanatsever" lerden biriydi. Yalnız edebiyat değil, müzik, tiyatro, sinema, plastik sanatlar dallarında da sadece engin bilgi değil, kişisel görüş sahibiydi. Güzel bir oyun seyrettiği gecenin sabahında gözleri ışıl ışıl gelirdi yayınevine.
Yayıncılık, amatörce sevgilerin, tutkuların çok ötesine uzandığında, Yeditepe'yi sürdüremedi artık. Sanat dünyasında kişilikli bir izleyici, bir okur olarak yerini aldı.
Ölünceye kadar da öyle kaldı.