kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
30 Ekim 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ENGİN ARDIÇ

Halk savaşı değildi

Her yıl milli bayramlarda, özelikle cumhuriyet bayramı yıldönümlerinde, Babıali'nin "cahil cüretine" sahip birtakım akıldaneleri ahkâm keserler, cumhuriyet olmasaydı şu şöyle, bu böyle olacaktı... Kendilerince "siyasi fiksiyon" yaparlar.
Bu yıl da, cumhuriyet olmasaydı Köksal Toptan'ın meclis başkanı, Kemal Unakıtan'ın maliye bakanı olamayacaklarına dair zırvalar okuduk. Bir bayrağımız ve nüfus kâğıdımız bile bulunmayacakmış, çünkü böyle şeyler ancak cumhuriyette olurmuş! (Çüş desem hemen küfürbaz yaftasını yapıştıracaksınız, değil mi?)
O kadar bilgisiz ve fütursuz adamlar ki, Erkân-ı Harbiye-yi Umumiye Reisi olmak için "saraya yakın olmak gerektiğini" düşünüyorlar. Büyük savaş sırasında Enver'in "başkumandan vekili", yani fiilen başkomutan (cumhuriyette olduğu gibi imparatorlukta da asıl başkomutan devlet başkanıydı), oysa genelkurmay başkanımızın Bronsart von Schellendorf adında bir Alman generali olduğunu çok yazdık ama okumuyorlar.
Belki bu yazıyı okurlar, kendilerini azıcık daha şaşırtayım:
Bunların "kurtuluş savaşımızın bir parçası" sandıkları Çanakkale muharebeleri bir "halk savaşı olmadığı" gibi, kurtuluş savaşımız da bir halk savaşı değildi.
Çünkü halk savaşı diye bir şey yoktur. Savaşı yürüten ve kazananlar, bunu öyle tanıtırlar. Öyle tanıtmak gereğini duyarlar.
Tıpkı, halkla uzaktan yakından ilgisi olmayan Cumhuriyet Halk Partisi'nin adı gibi...
Kurtuluş savaşımız, bazı yörelerimizde halk savaşı, daha doğrusu "sporadik" silahlı direnişler şeklinde başlamıştır, doğrudur... Fakat halk kendiliğinden ayaklanmış da değildir, silahlı karşı koymayı yani "milis kuvvetlerini" örgütleyenler bazı Teşkilatı Mahsusa yöneticileridir.
Fakat sonra, bildiğimiz "düzenli ordu" kurulmuştur.
Halk, merkezi otorite tarafından askere alınmıştır. Şu farkla ki, yeni merkez artık Ankara'ydı. Kurulan ordu, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusuydu. Milis kuvvetleri, ordu içinde eritildiler. Boyun eğmemekte direnenler yokedildiler.
Yani, bu iş "metazori" oldu.
Halk da, ordu da, yıllardır savaşmaktan yorgundu. Resmi tarihçiler, bu gerçeğin hatırlanmasını istemezler. ( "Yorgun Savaşçı" dizisi cunta döneminde niçin yasaklanmıştır sanırsınız?)
Asker kaçağı sayısı da endişe verici boyutlara ulaştı kurtuluş savaşımızda...
Öyle ki, anlı şanlı İstiklal Mahkemesi, bazı çemişlerin sandıkları gibi "Atatürk devrimlerine karşı koyanları cezalandırmak için" falan değil, asker kaçaklarını yargılamak üzere kuruldu. Sonradan, CHP'nin dikta döneminde amaç değiştirdi.
Ankara'da oturan bazı emekli memurların oyalanmak ve azıcık da para kazanmak için yazdıkları bazı "hamasi" kitaplarda ve bunlardan yapılan kötü TRT dizilerinde anlatıldığı gibi halk varını yoğunu kendiliğinden getirip vermedi, top mermisini sırtına kendiliğinden vurup taşımadı, kağnısını cepheye keyfinden sürmedi...
Çünkü Tekâlif-i Milliye Kanunu çıkarılmıştı ve bu katkılarda bulunmayan sivil soluğu İstiklal Mahkemesi'nde alacaktı! Bu mahkemeden ya idam ya beraat olmak üzere yalnızca iki çeşit karar çıkıyordu ve temyizi de yoktu.
Haddim olmayarak Mustafa Kemal Paşa'nın yerinde olsaydım ben de tastamam böyle yapardım! Çünkü savaşı başka türlü kazanamazdık.
Bütün bu gerçekler, bu gerçeklerin öğretilmesi, hatırlatılması kurtuluş savaşımızın da, cumhuriyetimizin de parlak başarısını, onurunu, kıvancını ne zedelerler ne de küçültürler.
Fakat bu konuların "echel-i cühela takımının" elinden kurtarılmasını sağlarlar ki, bu da bizim hem görevimiz hem şerefimizdir.