kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
26 Ekim 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
Pazar SABAH  
METİN SEVER

Her gördüğün sakallıyı baban sanma!

Bildigim kadarıyla Adıyaman, Malatya yöresine ait çok bilinen bir türküdür: "Kaleden kaleye şahin uçurdum, ah ile vah ile ömrü geçirdim..." Ruhi Su ve bir dönemin ünlü müzik gruplarından Moğollar'ın da söylediğini hatırlıyorum. Aslında rindane bir parçadır. Hayattan keyif almayı anlatır. Ancak türkünün aklıma geliş nedeni bir aşk meşk muhabbeti değil. Keşke öyle olsaydı. Tam tersine, "Ah ile vah ile ömrü geçirdim," sözlerini hatırlamamın nedeni, Türkiye'nin içinde bulunduğu hal. Ekonomik durum, barut fıçısı haline gelen Kürt sorunu, onun üstüne de pilav üstü kuru gibi Anayasa Mahkemesi'nin üniversitelerde türbanı serbest bırakan anayasa değişikliğini iptal gerekçesi. Ortalık toz duman. Herkes taraftar forması giymiş, meşrebince bir ucundan tutuyor. Tartışma genellikle olduğu gibi ideolojik ve hukuksal kavramlarla sürüp, gidiyor: 'Laiklik', 'Yargı vesayeti', 'Cumhuriyet'in olmazsa olmazları'.... Oysa sorunu basitleştirerek sorsak, belki sorun daha iyi anlaşılacak: Peki insan olmanın olmazsa olmazları nerede? Türbanlı kızlar üniversiteye giremiyor. Bunun sizin kızınıza yapılmasını ister misiniz? 'Benim kızım türban takmaz,' demeyin. Hadi moda deyimle empati yapalım: Çocuğunuzun etekli veya sakallı olduğu için okula girmesine izin verilmese isyan eder misiniz? Yanıtı duyar gibi oluyorum: 'Ama türban laikliğin köküne dinamit koyacak!' Sokaktaki türban değil ama üniversitedeki türban mı dinamit koyacak. Bu sorulara vicdanımızla yanıt vermek yerine, korkularımızın esiri oluyoruz. Yani kaleden kaleye kuş uçurtmakla olmuyor bu iş. Sen şahini bırakırsın ama değişimi kavrayamazsan şahin neylesin. Her kör kuş gibi gider kayalara çarpar. Sonra da Allah korusun, akbabalar şahin mahin demez, adamı yer. 'Ah' ile 'vah'ın da kimseye faydası olmaz.

DEĞİŞİMİN FARKINDA DEĞİLİZ
Yaşanan körleşme, toplumdaki değişimi görmemize de engel oluyor. Şimdi size bir kitaptan söz edeceğim: Türkiye'de İslamcılık ve İslami Edebiyat. Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden Kenan Çayır, hem 1980'li yıllarda yazılan 'hidayet romanlarını' hem de son 10 yılda yazılan romanları inceleyerek ilginç sonuçlara varmış. Çayır, hidayet romanlarının ortak özelliklerini şöyle anlatıyor: "Hidayet romanlarında sunulan dünya, diğer hayat tarzlarının varlığına imkan tanımayan bir dünyadır. İslami yaşam tarzına sahip olmayan bireyler hep 'dejere' ve mutsuz olarak tasvir edilir. Mutsuzluklarının kaynağı da Batılılaşma ya da Batılı değerleri Türkiye'ye taşıdığı söylenen Cumhuriyet modernleşmesidir. Romancılara göre Batılılaşma sonunda insanların dinle bağları kopmuş, ahlaki çöküntü başlamıştır. Bu çöküntüye çözüm olarak Batılılaşmış karakterlere İslami yaşam tarzı öğretilir. Kadınların örtünmesi sağlanır. Romanların sonunda ise İslamcılığın kolektif idealin göstergesi olarak hemen tüm ana karakterler hidayete erdirilir..." Yani bu romanlarda görülen ortak özellikler şunlar: Radikallik, toplumun yukardan aşağıya İslamileştirilmesi. İdeal bir düzen. Kolektif kimlik. Batı düşmanlığı. Çayır, daha sonra ele aldığı son dönem romanlarında ortaya çıkan değişimi ise şöyle özetliyor: "Yeni karakterler iç dünyalarını okuyuculara açar ve gerçek yaşam karşısındaki iç çatışmalarını, dinsel inançlarıyla çelişen arzularını gözler önüne sererler. İslamcılığın sınırlarını ve kolektif tanımlarını aşmaya çalışırlar. İncelediğimiz romanlarda somutlaştırmak gerekirse Nisa tesettürün yüceltilmesine ve kadınla toplamsal ahlak arasında ilişki kurulmasına direnir; Murat ise İslamcı projenin başarısızlığını evliliğindeki mutsuzluğunu ve dindar bir erkek olarak yasak aşkını ifşa eder..." Bu romanların ortak özellikleri ise şunlar: Biz yerine bireyin ortaya çıkması. Kolektif kimliğin kırılması. Geçmişle hesaplaşma, radikalizmin törpülenmesi. Yani bu romanlar, İslami aktörlerin yeni bir anlayış ve kimlik geliştirdiğini gösteriyor. Çayır'ın bu çalışması da bize gösteriyor ki; piyasa mekanizmasıyla etkileşimin artması, farklı yaşam deneyimlerinin ortaya çıkması ve örtülü kadınların eleştirel seslerinin yükselmesi bu kesimde de bireyselleşmenin önünü açıyor. Yani türbanlı kadınların hepsi birbirine benzemiyor. Yani karşıda yek vücut olmuş, homojen bir kadınlar ordusu yok. Yani her gördüğümüz sakallı babamız değil!