kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
25 Ekim 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ENGİN ARDIÇ

Sistem kilitlenmiştir

Herkes aynı fikirde: Anayasa Mahkemesi, Anayasa'ya aykırı kararlar da alabiliyor.
Meclisin yaptığı Anayasa değişikliklerini yalnızca ve yalnızca "şekilden" inceleme yetkisi var, ama o içerikten, yani "esastan" inceliyor ve karara bağlıyor.
Yani, Anayasa Mahkemesi'nin bizzat kendisi Anayasa'yı çiğniyor. (Eyvah! Altay Ömer Egesel ile Salim Başol'un eline düşselerdi, yanmışlardı çıra gibi!)
Yani, yalnızca meclise tanınmış Anayasa değiştirebilme yetkisine "tecavüz" ediyor.
Yani bir anlamda, Teşkilatı Esasiye Kanunu'na göre teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, vazifelerinden bazılarını yapmaktan men ediyor!
Bunu ben yapsam eskiden idam edilirdim, şimdi "ağırlaştırılmış müebbet hapis" yerim, fakat Anayasa Mahkemesi üyelerine hiçbir şey yapılamaz.
Çünkü, yüce mahkemenin üstünde, onu da denetleyecek daha yüce bir mahkeme yok.
Böylece, yasama erkiyle yargı erki artık iyice içiçe geçmiş, yargı yasamanın "dışında" olacağına "üstünde" ve "bir ucunda" yer almıştır.
Fakat yüksek yargının bazı üyeleri de cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadırlar ki, bu da "yürütmeyle" yargının bir başka açıdan birbirine geçmesi demektir.
Kaldı ki, Adalet Bakanlığı'nın yargıç ve savcı atama yetkisi, zaten yürütmenin yargıya iyice müdahalesi anlamına gelir.
Türkiye'de, taa Montesquieu tarafından, taa iki yüz elli yıl önce saptanmış ve çağdaş bir devletin olmazsa olmaz koşulu "kuvvetler ayrılığı" ilkesi yoktur. Türkiye'de "kuvvetler çorbası" vardır.
İşte yavrularım, Kenan Evren babanızın neredeyse otuz yıl önce kurduğu, "zabıt kâtipliğini" de Profesör Orhan Aldıkaçtı'ya yaptırdığı yeni cumhuriyet budur. Hayırlı olsun!
Çünkü şu anda biz aslında Üçüncü Cumhuriyet'te yaşamaktayız...
1921 Anayasası'yla kurulan Birinci Cumhuriyet, 1961 Anayasası'yla kurulan da İkinci Cumhuriyet'ti...
Adını koymaktan ya da telaffuz etmekten ne kadar korksalar da, gerçek budur.
Birincisinde, kuvvetler çorbası yoktu, çünkü yargı "kafadan" yürütmenin emrindeydi. Bir Anayasa Mahkemesi bile yoktu. Yasama da göstermelikti, o da yürütmenin denetiminde, hatta emrinde sayılırdı. ("Atatürk devrine dönmek isteyen" ahmaklar, Anayasa Mahkemesi'nin olmadığı bir düzen istediklerinin farkındalar mıdır acaba?)
1961 Anayasası, bu yüce mahkemeyi "icat" etti, ama koyduğu kurallarla kuvvetler çorbasını da yaratmış oldu. 1982 Anayasası, çorbayı kaşıkla iyice karıştırdı. Dibinin tutmasına da yol açtı.
Şimdi artık yeni bir Anayasa da yapılamaz, çünkü yüce yargı, yüce meclisin bu yetkisini elinden almıştır.
Yeni bir Anayasa yapacak "merci" kalmamıştır.
Bazı aklıevvellerin "bunun için gene bir Kurucu Meclis toplayalım" teklifi de, ihtilal çağrısından, yani ağırlaştırılmış müebbete kaşınmaktan başka bir şey sayılamaz.
Sistem böylece kilitlenmiştir.
Yurttaşlarım! Kutlu olsun!