kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
22 Ekim 2008, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MUHARREM SARIKAYA

"2005 süreci..."

Yedi ay önce, 20 Mart'ta Diyarbakır sokaklarına şu söylem hâkimdi:
"Örgüt hâkimiyetini kaybetti, halka söz geçiremiyor. Halkın örgütten korkusu kalktı. Örgüt erime sürecine girdi..."
Nitekim bir gün sonra, 21 Mart'ta düzenlenen Nevruz kutlamalarında da sokaktaki söylemin haklılığı görülüyordu.
Operasyonlarla dağda sıkıntıya düşen örgüt, kent merkezlerinde de yeterli kalabalığı toplayamamış, hayal kırıklığına uğramıştı.
Ayrıca bir yıl önce önemli başarı elde ettiği sokak eylemlerini de tekrar edemiyordu.
Esnafa da sözünü geçirmekte zorlanıyor, kepenk indirtemiyordu.
Devletin kent merkezlerindeki hâkimiyeti her adımda hissediliyordu.
Aradan geçen 7 ayda ne oldu?
O gün belediye hizmetlerini yerden yere vuran, "Bir daha kimse bana kepenk kapattıramaz" diyen Diyarbakırlı, önceki gün kepenk indirdi.
Hem de bugüne kadar hiç kepenk kapatamayan Ofis ve Dağkapı semtlerini de içine alacak şekilde eylemini kentin bütününe yaydı.

"Psikolojik üstünlük"
Bu örgütün tekrar güç toplayıp kent merkezine hâkimiyetinin bir sonucu mu?
Yani, Başbakan Erdoğan'ın da söylemiyle "tehdidi" yeniden işe yaramaya mı başladı?
Yoksa halkın çevresinde oluşan psikolojik etkide kalmasının; mahalle baskısına uğramasının bir yansıması mı?
Bu soruları dün Meclis Kulisi'ndeki sohbetimizde Diyarbakır milletvekili, Tarım Bakanı Mehdi Eker'e yönelttik.
Bakan Eker, önce "Güvenlik güçleri olay çıksın istemedi, rahat bıraktı" yorumunda bulundu.
Örgütün "psikolojik etkisinin" gücünü gösterdiğini, bunun geçici olduğunu söyledi.
İntifada görüntülerinin kısa sürede yok olacağını ve sokağa tekrar hâkim olacaklarını belirtip yanımızdan ayrıldı.

"2005 sürecinin arkasındayım"
Oysa Diyarbakır'dan dün gelen haberler bu öngörüyü teyit etmiyor.
Nitekim önceki akşam Diyarbakır'da birlikte olduğu sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de Başbakan'a benzer görüşlerini aktarmış.
Sadece ekonomik yatırımların yeterli olmayacağını, kültürel açılımların da yapılması gerektiği vurgulanmış.
DTP'nin Meclis'te muhatap alınması gerektiği kaydedilmiş.
"Yıl içinde küçük bir adım atılmazsa, bunun üç yıl sonraki büyük bir adım olacağı" belirtilmiş.
Erdoğan ise sivil toplum örgütü temsilcilerine şöyle demiş:
"Ben 2005'teki sürecin arkasındayım. Ben de sadece ekonomik değil, kültürel bazı açılımlar taraftarıyım. Ama bu terör ortamında yapılamıyor, terör beni durduruyor."
Erdoğan'ın sözünü ettiği "2005 süreci", o tarihte Diyarbakır'a yaptığı gezi ile açıkladığı, "Aynen Kıbrıs politikasında olduğu gibi, resmi tezlerin terk edilip, bölge gerçeklerini kabul ederek sorunu çözmeye dönük" politika...
O tarihte ilk kez Başbakan tarafından dile getirilen "Kürt sorunu" söylemine uygun çözüm planı.
Tüm tehditlere karşın kepenk kapatan esnaf gibi davranmayıp Başbakan'ın yemeğine katılan bölgede etkin 27 sivil toplum örgütünden 25'inin beklentisi, çözüm planının atıl bırakılmayıp uygulamaya konulması.

Rant savaşı
Bu sorunun çözümüne yeter mi?
Yani, sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da Türkiye'nin temsilciliklerine yönelen saldırıları bitirir mi?
Hiç sanmıyoruz.
Çünkü örgüt bugüne kadar uyguladığı gerilim üzerinden güç toplama taktiğinde bir kez daha başarı elde etti, DTP'deki şahinler de kazançlı çıktı.
Bundan dolayı gerilimin kısa sürede biteceğini beklemek hayal.
Nedeni de öyle kültürel hak, kaderini tayin falan değil, belediyelerdeki rantı kapma savaşı...