kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
HINCAL ULUÇ
Hıncal'ın Yeri

Nejat Bey'siz 15 yıl geçmiş..

Oturduğum sandalyenin tam karşısında dev bir ekran var. İçinde de Nejat Bey.. Eczacıbaşı.. Hafif yan oturmuş, bacak bacak üstüne atmış ve tam da gözlerimin içine bakıyor. Objektifin tam göbeğine bakarsanız, resme bakan herkesin gözüne bakarsınız, öylesi değil.. Nejat Bey, bana bakıyor dik dik.. Bana ve yanımdaki boş sandalyeye..
"Niye yalnız geldin?. O sandalye niye boş.. Yakıştı mı" der gibi..
"Vallahi bende kabahat yok" diyorum gözlerimle, gözlerinin içine bakarak.. "İstanbul'un en güzel gözleriyle sözleşmiştik. Son anda bir aksilik oldu, gelemedi.. Yoksa siz şu anda bana değil, yanımdaki boş sandalyeye bakıyor olacaktınız!.."
Nejat Bey, her yaz evinin bahçesinde yakın dostlarına yemek verirdi.. O zaman Erkekçe zamanları.. Ben de her defasında en güzel, en cazip kızlardan birini koluma takıp giderdim. Nejat Bey tüm dostları gibi bizi de kapıda karşılar, yanımdaki kızı yanaklarından öper, elinden tutup içeri alır, sonra bana dönüp "Teşekkürler Hıncal, artık gidebilirsin" derdi, kapıyı yüzüme kapar gibi yaparak.. Sonra gülüşerek sarılırdık birbirimize.. Yanaklarımdan öperken kulağıma fısıldardı.. "Yanındaki sandalyeyi boş bırak yemek masasında.."
Yanıma gelirdi mutlak.. Valla günahını almayayım.. Bana mı gelirdi, yanımdaki güzele mi bilmem?.
İstanbul Modern'de, Nejat Beyin kurmak için en çok heveslendiği müzede buluştuk Salı akşamı, Nejat Bey'siz geçen 15 yılın ardından.. Sevgili Bülent kısa bir konuşma yaptı.. Sonra Can Dündar'ın, onuncu anma yılı için çektiği belgeselden kısa bir bölüm geldi dev ekrana.. Ve orada öğrendim ki beni deniz mahsullerinden nefret ettiren adam meğer Nejat Beymiş..
Efendim Bandırma yılları.. 40'lar.. Ağbim 7 aylık doğmuş, zayıf. Küçükken de zafiyet geçirmiş.. İskelet gibi.. O yıllar yokluk yılları üstelik.. Doktor tavsiyesiyle balık yağı içiyor.. Ben domuz gibiyim, ama ailede eşitlik var. Ben de içmek zorundayım.. Her gece yemekten sonra annem bir elinde şişe, bir elinde kaşık mutfaktan geliyor.. Dünyanın en iğrenç lezzeti.. Yutmakla bitmiyor. Adı üstünde yağ, bütün ağza bulaşıyor.. Dahası.. Bu rezilliği bastırsın diye bir dilim de portakal sokuyorlar ağzımıza.. O durumu daha da felaket yapıyor..
Dedim ya savaş sonrası yokluk yılları.. Bu meret de bol bulunmuyor.. Bitiyor. O zaman ağbimle bayram ediyoruz.. Ama bayramı, akşam üzeri ailece deniz kenarına çay gazoz içmeye giderken dükkândan fırlayan Eczacı bozuyor her defasında..
"Fuat Yüzbaşım.. Fuat Yüzbaşım, senin balık yağın geldi.."
İşte beni ömür boyu balık tadı ve kokusundan nefret ettiren o balık yağını yollayan meğer Nejat Eczacıbaşı'ymış..
Belgeselden öğreniyorum ki 1940'ta okulunu bitirince Nejat Beyin yapacağı iki şey var. İzmir'e dönüp babasının eczacı dükkânını devralmak.. İstanbul'da kalıp kendi işini kurmak.. Nejat Bey İstanbul'da kalıp kendi işini eczane açmak değil, ecza sanayii kurmak olarak belirliyor.. Attığı adım da balık yağı şişelemek ve yurda dağıtmak.. Ona kaldıydı sanki..
Çok şirin bir geceydi.. Sevgili Oya, Sevgili Bülent'le kapıda buluşmak hoştu.. Bu ülkenin önde gelen işadamlarıyla iyi dosttum.. Mesafeli de olsa, sevgi dolu Vehbi Bey.. Sımsıcak Sakıp Ağa.. Can dost, candan dost Bay Vitali.. Ama ille de Nejat Bey..
Babalarla olan bu yakınlık sıcaklığı sadece Eczacıbaşı ikinci kuşağıyla sürdürebildim, nedense.. Bülent ve eşi Oya kardeşlerim gibiler benim için..
Davette, Orhan Boran'ı çok dinç, çok sağlıklı görmek beni nasıl mutlu etti.. Daha bir yığın dost, uzun zamandır görmediğim.. Nejat Bey, sağlığında buluştururdu bizi.. Öldükten sonra da sürdürüyor geleneği..
Geceyi Nejat Beyin, İstanbul Festivali ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Kurucusu Nejat Beyin adına layık müzik süsledi. İspanya Kraliçesi Sophia'nın himayesinde 1881'de kurulan Avrupa Birliği Oda Orkestrası ve İdil Biret Haydn, Bach ve Mozart çaldılar..
Ayrılırken Doğan Tekeli'ye rastladım. Gecenin tek üzüntüsü oldu benim için.. Doğan ağabey, Nejat Beyin en büyük projesi Ayazağa Kültür Merkezi'nin mimarıydı. Nejat Bey, orduyu ayarlamış, araziyi 1990'da tahsis ettirmişti. Devlet desteği de sağlanmıştı. İstanbul'un simgesi harika bir Kültür Merkezi kuruluyordu.. Nejat Bey temeli bile atamadan ölünce vakfın, dolayısıyla işin başına kardeşi Şakir Bey geçti.. Kazmayı 1996'da vurdular.
Bir ara çalışmalar yavaşladı. Devlet desteğinde gecikme vardı. Şakir Bey bir konuşmasında bir cümleyle sitem etti.. "Bülent Bey'e ulaşamıyor, randevu alamıyorum" dedi. Ve de sözüm ona Kültür âşığı, gelmiş geçmiş en kültür düşkünü başbakan Ecevit, Şakir Beye küstü, İstanbul'un en çağdaş kültür projesine sırtını döndü. O dönünce emir kulu Kültür Bakanı (Ki sonra o da Bülent beye ihanet edip saf değiştirdi, şimdi ne yapar bilinmez) da Ayazağa'yı unuttu. 60 milyon dolar harcanmış ve kaba inşaatının tamamı bitmiş Ayazağa durdu.. Devreye girdim.. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i inşaata getirmeyi başardım.. Gazeteleri, televizyonları ayarladım. Ama Ecevit'le bakanının kin ve nefretlerini aşamadım.
Daha sonraki hükümetlerin hemen tüm Kültür Bakanlarıyla ilk olarak burayı konuştum..
İlk önce yakın dostum Erkan Mumcu söz verdi.. "Bak benden çok gençsin, ama bu kurdeleyi kes, Taksim Meydanında elini öpeceğim" dedim..
Tısss!..
Atilla Koç "Tüm önlemleri aldım, kesin bitecek" dedi..
Tısss!..
Ertuğrul Günay'a "AKM kapanıyor. 2010 Avrupa Kültür Merkezi İstanbul'a hiç değilse nerdeyse bitmiş Ayazağa'yı kazandırın" dedim. Söz verdi.. Geçen temmuz ayında da TRT2'de canlı yayında millete söz verdi "2010'a yetişecek" dedi..
Doğan Tekeli'ye onu sordum işte..
İnsan kahroluyor.. Sonuç gene değişmemiş.. Çakılmış tek çivi yok, hâlâ.. Ufukta umut da yok.
Yani.. Günay da, Tısss!..
Türkiye Cumhuriyeti, Kültür Merkezi olmayan tek Avrupa büyük kenti, ama gene de Avrupa Kültür Merkezi İstanbul'un adına ve tarihine yakışır bir kültür merkezi inşaatını 12 yıldır tamamlayamıyor..
Yazıklar olsun!..
Bir İstanbullu olarak ben utanıyorum.. Sorumlular, bu utançtan sorumlu olanlar ne yapıyorlar acaba?.