kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Kaostan sonra

Başbakan Erdoğan, IMF'nin "1930'dan beri en tehlikeli şok" diye tanımladığı küresel krizin Türkiye'ye serpintilerinin "Hamdolsun anlatıldığı, korkulduğu gibi olmayacağını" söylüyor.
Ancak çalışma arkadaşları onun kadar iyimser değiller. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, krizden etkilenecek firmalara "Toplu işten çıkarmayın, başka formüller bulun" çağrısı yapıyor. Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, "133 milyar dolarlık ihracatının yüzde 85'ini üç saatlik mesafedeki ülkelere yapan Türkiye'nin böyle bir daralmadan etkilenmemesinin düşünülemeyeceğini" söylüyor.
Çağlayan'ın bir tespiti daha var: "Bu kriz yalancı bir zenginlik masalının ve saadet zincirinin yıkılmasıdır. Kapitalizmin tarifi ve tarihi yeniden yazılıyor."
Doğru. Yeryüzündeki tüm gayrimenkullerin toplam değeri 75 trilyon dolar tahmin edilirken Wall Street bankalarında ipotek sözleşmelerinden 350 trilyon dolarlık "Türev finansal araç" üretilecek kadar yoldan çıkmış, aklını yitirmiş bir sistem elbette sorgulanacak. Sorgulanıyor da.
Haftalardır siyasal bilimcilerin, politikacıların, jeostrateji uzmanlarının ve iktisatçıların yazılarını okuyoruz. Hepsi de bu kaostan nasıl bir dünyanın doğacağı üstüne fikir yürütüyorlar.
Örneğin, Neo-Con'lar (Amerikan Yeni Sağı) kervanından ilk kopan Francis Fukuyama, "Amerika'nın düşüşü" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Krizden daha beter bir gerçek var: Amerikan modelinin bu felaketin tek suçlusu olması." Fukuyama, 1980'lerin başında Başkan Ronald Reagan'ın "Hükümetler çözüm değil, sorunun kendisidir" çıkışıyla başlayan merkeziyetçilik düşmanlığının mali sektörü başıboş bıraktığını, bunun da şimdi topluma ve dünyayaçok ağır bir bedel ödettiğini anlattıktan sonra şu öngörüde bulunuyor: "Rus ve Çin gibi alternatif modellerin giderek daha çekici geldiği bir dönemde 'Made in USA' markalı demokrasi çok zorlu bir sınavla karşı karşıya kalacak."
Bir yıl önce "Dikkat; kapitalizm çıldırıyor. Küresel bir kriz kapıya dayandı" uyarıları yapan Fransa'nın -sosyalist- eski Başbakanı Michel Rocard ise kaos sonrasıyla ilgili şu öngörüde bulunuyor: "İdeolojik bir savaş bizi bekliyor. Sadece Avrupa'da değil, ABD'de de. Amerikalılar uzun bir süre Liberal Anglo-Sakson Modeli'ne dayalı ideolojik bir uzlaşmayla yaşadılar. Finansal krizin neden olduğu kamulaştırmalar, devlet müdahaleleri, sıkı düzenlemeler bu ideolojinin temellerini oymaya başladı. Liberal Amerikan uzlaşmasının yerini daha ilerici bir model mi alacak? Yoksa mevcut model mi kendini yenileyecek? Önümüzdeki dönemin en önemli konusu bu olacak."

Neredeki 1933 Mart'ı geliyor?
Türkiye'de de epey tanınan Fransız iktisatçı, sosyolog ve düşünür Jacques Attali, 1929 büyük krizine gönderme yaparak, "Biz şimdi 1933 Mart'ının ABD'sinde miyiz, yoksa 1933 Mart'ının Almanya'sında mı; sorun bu" diyor. (Not: 1933 Mart'ının ABD'si ile "New Deal" adını verdiği kapsamlı kalkınma ve yeniden inşa programıyla ülkeyi ayağa kaldıran Başkan Franklin Delano Roosevelt'i kastediyor. 1933 Mart'ının Almanya'sı ile de, büyük ekonomik krizin dalgalarının iktidara taşıdığı Adolf Hitler'i.)
Finans ekonomisine ve ABD'nin ekonomik politikalarına ilk savaş açanlardan Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz'i elbette unutmadık: "Bir ülkenin ekonomisinin temellerinin sağlamlığı tasarrufların hacmiyle ölçülür. Oysa ABD'de insanları hep daha çok tüketmeye ve hep daha çok borçlanmaya teşvik eden politikalar nedeniyle tasarruf oranı neredeyse sıfıra indi. Kitle imha silahlarını Irak'ta aradılar, oysa o silahlar Wall Street'te üretiliyordu!
"Neo-liberal çevrelerin kâbusu Naomi Klein'i atlamak olmaz. Buyurun ondan da bir saptama: "Milton Friedman'ın neoliberalizmi dünyanın canına okudu. Bu krizden sonra, yeni felaketleri önlemek için New Deal benzeri programlar ve onunla uyumlu siyasi ve ekonomik politikalar kaçınılmaz olacak."
Mecidiyeköy'den Topkapı yönüne giderken yolun sağında bir GSM operatörünün yarım kalmış bir inşaatı kaplayan dev bir reklam panosu var: Yemyeşil tepelerle çevrili bir koy, masmavi bir deniz, az açıkta iki-üç adacık. Şezlonga uzanmış bir baba. Kumsalda iki çocuğuyla yürüyen bir anne. Başka kimse yok.
Aklını yitirmiş dünyadan uzaklaşmak, hayır kopmak için öyle bir ıssız koya sığınmayı ne kadar isterdik...