kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
10 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Krizlerimizi kronik hastalık gibi sürekli hale getirmeyelim

Artık hepimiz biliyoruz ki "Kriz" aynı zamanda "Fırsat" da demektir.
Gerçi Çin yazı dilinde "Kriz"i ifade eden kelimenin "Tehlike" ile "Fırsat"ı içerdiği inancı, uzmanlarca doğrulanmadı.
Ama Çince'de böyle olmasa da krizler, yeniden düşünmek, hataları saptayıp bunları düzeltmek ve yarına daha sağlıklı bakabilmek için fırsat yaratırlar.
Ne var ki, krizler bireylerde de, toplumlarda da ruhsal reaksiyonlar yaratırlar. Bu reaksiyonlara örnek olarak, korku, öfke, suçluluk duygusu, şok, inkar, stres ve benzeri ruh hallerini verebiliriz.
Hatta bazen bu ruh hali bireylerde de, toplumlarda da "Panik atak"lara dönüşebilir.
O zaman kriz fırsat olmaktan çıkar, yeni krizlerin kaynağı olur.
Şu anda biz Türkler bütün dünyanın yaşadığı "Ekonomik kriz"in endişelerini hissediyoruz. Bunun yanında Güneydoğumuzdaki bölücü terörden kaynaklanan "Güvenlik krizi" de önümüzde.
Her çeşit krizlerde görülen bütün ruh halleri, değişik ölçülerde Türk toplumunu oluşturan bizlerde de var.

Gerçekler kalıcıdır
Ama aynı anda, dünya ülkelerinde de görüldüğü gibi bir bölüm düşünce odakları da, krizi fırsat olarak değerlendirip durum değerlendirmesi yapmaya, yaşananları yeniden değerlendirmeye, hataları saptayıp bunları düzeltecek yolları aramaya çalışıyorlar.
Uzak ve yakın tarihi bilinçle değerlendirdiğiniz zaman, bir kriz dolayısıyla geçmişi tümden hatalı ve yok saymanın doğru olmadığını görebilirsiniz.
Zaten gelecek yeniden inşa edilirken eski malzemeler onarılıp, yenilenerek bu yapılır.
Örneğin global ekonomik krizin şokunu yaşarken, tüm bankacılık sistemini veya küresel finansal yapıyı suçlayıp, onu yok saymak mümkün değildir ki.
Borsalarda veya fonlarda buharlaşan paralardan söz edilirken, bu arada buharlaşmaları mümkün olmayan gerçekleri de unutmamak gerekir.
Yaşanan ve krizle noktalanan son 10 yılda, Çin gibi, Hindistan gibi ülkelerde gerçekleşen kalkınmayı da, bu buharlaşan paralar yapmamış mıdır? Bu büyüme döneminin Türkiye'ye yansımalarını fabrikalarla, turizm tesisleriyle, otoyollarla, hava limanlarıyla, gökdelenlerle, yenilenen altyapılarla bizler de yaşamadık mı?
İhracatımız yüz milyar dolarların üzerine bu global finansman imkanları sayesinde çıkmadı mı? Yani kriz yüzünden ne bankacılık, ne de uluslararası sermaye hareketleri son bulacaktır.
Bunlar yeni global kurallarla, eskisinden daha sağlıklı işler hale gelecektir.
Bu arada sermaye ihraç eden Amerika ve Avrupa ülkeleri, kapılarını Asya'nın, Afrika'nın yeni sınıf insanlarına açıp, girişimci ithal etmeyi de herhalde düşüneceklerdir.
Çünkü "Batı" eskimeye başlamıştır.

Kriz sürekli olmaz ki
Bugün New York'un Kennedy Havalimanı, mesela bir Şanghay'ın ve hatta bizim İstanbul'un havalimanı yanında bile eskimiş, köhnemiş, küçük kalmıştır.
Türkiye'nin kendine özgü hem kronik hem de güncel krizinin kaynağı olan Güneydoğu'daki bölücü teröre gelince.
Bir olumsuz durum devamlı hale dönüşür, kronik bir hastalık gibi yıllarca yaşanırsa, burada mutlaka bir değerlendirme ve yönetim hatası vardır. Böyle durumlarda sistem çözüm üretemez hale gelmişse, "sıcak kriz"den çok, bu "kemikleşmiş kriz" durumunun tahlili yapılmak gerekir.
Bu açıdan Türkiye'de yönetim ve siyaset "İki başlılık"tan ötürü hastadır.
Siyasi olması gereken çözümler askere havale edilip, siyasi sorumluluklar buharlaşmaktadır.
"Haklı olmak" zaman zaman "Hukukun üzerinde olmak" için yeterli sayılmaktadır. "Haklı olmak" kavramı seslendirildiği zaman, uluslararası ilişkilerde bunun "Güçlü olan"ı teslim alacağı yanılgısına düşülmektedir.
1984'ten beri süren bölücü teröre karşı mücadeleyi bir kenara bırakalım.
1974'ten bu yana Kıbrıs'ı bir kriz konusu olmaktan çıkartabildik mi sanki?