kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
9 Ekim 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Tek plan yetmez

Ekonominin koordinasyonundan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren dün bir sempozyumda yaptığı konuşmada "Türk finans sektörünün eskiye oranla sağlam olduğunu" tekrarladı.
Yatıp kalkıp 2001 bankacılık reformlarının mimarı Kemal Derviş'e dua edelim.
Ancak Ekren'in konuşmasında kritik bir bölüm vardı: "Bütün piyasalarda likidite olmasına rağmen hâlâ bir likidite sorunundan bahsediliyorsa bunun arkasında yatan gerçek neden, işlem gören ekonomik birimlerin artık güven sorunundan dolayı karşıdaki muhatabını gerekli ya da gereksiz sorgulama sürecine girmiş olmasıdır. Türkiye'de öncelikli olarak makro ekonomik istikrarın korunmasına, finansal istikrarın güçlendirilmesine ve güveni tesis etmeye mecburuz."
Bu uzun cümledeki şifreler sıkıntı verici bir gerçeği gizliyor: Kredi kanalları daralmaya başladı. Bankalar "Ne olur ne olmaz" kaygısıyla nakitte kalmayı önceliklerinin önceliği yaptılar. Zaten Hazine'nin son tahvil ihalelerinde talebin beklentilerin bir hayli altında kalması da bunu açıkça gösteriyor. Ayrıca finans kurumları da büyük müşterileri için hazırladıkları günlük bilgilendirme notlarında bu gelişmeyi sürekli vurguluyorlar.
Kredi daralmasını kaçınılmaz olarak kredi pahalanması izleyecek. Zira bankalar, piyasalardaki likidite darlığı yüzünden yurt dışından daha az ve daha yüksek faizle sendikasyon kredileri bulabilecekler. Ve bu sorunları kaçınılmaz olarak müşterilerine yansıtacaklar: Hem daha az kredi verecekler, hem de daha yüksek faiz talep edecekler.
İşte finansal krizin reel ekonomiye sıçraması bu demek. En küçüğünden en büyüğüne kadar özel sektörün tüm sektörleri ve tüm aktörleri en hafif deyimiyle nakit daralmasıyla karşı karşıya kalacaklar.
Reel ekonomi açısından bir sıkıntı daha söz konusu. Ona da ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek önceki gün Meclis'te yaptığı konuşmada şöyle bir değinip geçmişti: "Özel sektörün uzun vadeli birtakım borçlanmaları var. Kriz bu kanaldan Türkiye'yi bir miktar etkileyebilir. Bunun etkisini minimize etmek için önümüzdeki dönemde bazı önlemler almamız gerekebilir."

Ya dış kredi kaynağı kurursa...
IMF ve Dünya Bankası'nın hafta sonundaki genel kurul toplantıları için dün sabah ekonomi yönetiminin üst düzey sorumlularıyla (Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz gibi) birlikte gönül rahatlığıyla Washington'a giden Şimşek'in demek istediği şu: Özel sektörün yurt dışı borçlarının toplamı 100 milyar doları aşıyor. Yani üretim ve yatırım finansmanının birinci kaynağını yurt dışı krediler oluşturuyor. Kriz öncesinde orta ve uzun vadeli krediler rahatlıkla bulunabiliyordu. Ancak hem kredi kaynaklarının kurumaya başladığı, hem de maliyetinin arttığı bu kaotik dönemde özel sektör daha zor borç bulabilecek. Bulduğunda da daha kısa vadeli ve daha yüksek maliyetli kredilere razı olacak.
Yani, özel sektör, ve dış talebin daralması nedeniyle satış sorununun yanı sıra bir de üretimin finansmanı sorunuyla da karşı karşıya kalabilir. Ağustos ayı verilerine göre sanayi üretiminde ortaya çıkan sert düşüş ile tekstil sektörünün yine Ağustos ayında ABD ve İngiltere gibi büyük pazarlarda karşılaştığı kan kaybı bunun ilk mesajları olabilir. Aman dikkat! (Dış borçlar üzerindeki kur riskindeki öngörülemezlikten hiç söz etmeyelim. Gerek bankaların, gerekse özel sektörün dış kredilerindeki daralmanın Türkiye'nin cari açığının karşılanmasında yeni bir risk yaratması olasılığını da bir yana bırakalım.)
Doğrusu, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) her raporundaki karamsarlık dozunun yükselmesine paralel olarak doğrusu bizim de kaygılarımız artıyor. Önceki gün açıklanan son raporda, "Dünya genelinde makroekonomik, kredi, pazar, likidite risklerinin daha da arttığı, üstelik krizin en zor aşamasıyla henüz karşılaşılmadığı" belirtiliyor. IMF'nin saydığı bu risklerin tümü de reel ekonomiyle ilgili.
Gözün gözü görmediği bu toz dumanda Türkiye ekonomisi gemisinin alabora olmaması ya da karaya oturmaması için Ankara'nın sadece A değil, B planı da hazır olmalı. Hazır olduğuna inanmak istiyoruz...