kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
29 Eylül 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Dünyanın büyüsünü bozmak

Başbakanın açtığı ramazan bayramışeker bayramı tartışmasını basında yanıtlayanlar oldu. Konuyu o noktadan almak zaten bana çok anlamlı görünmüyor ama işin içinde bir "anlam kaymasının" olmadığını söylemek de bir o kadar zor geliyor.
Hafızamı yokladığım zaman bu iki deyimin garip bir ayrım içinde (belki de bütünüyle benim bir kurgum olarak) kullanıldığını fark ediyorum. Sanki gündelik hayatta söz ederken "ramazan" daha resmi bir eğilimle konuşur, okur ve yazarken "şeker" bayramı diyormuşuz gibi geliyor bana.Oysa Ankara Koleji'nde okurken ağzından bal akan "din bilgisi hocası" Vahdettin Yeşilyaprak'ın bize niye bu bayramın "şeker bayramı" olduğunu uzun uzun anlatışı bugün gibi aklımda.

Bayramın tatile dönüşmesi
Başbakana karşı çıkıldı, ben de yaklaşımını doğru bulmuyorum ama gene de ramazanla bu kadar iç içe olan bir bayramın "şeker bayramı" diye adlandırılması bana şaşırtıcı geliyor. Fakat asıl üstünde durmak istediğim bu değil. Başbakanın konuşmasında değindiği ikinci bir konu olan "bayram-tatil" ilişkisi.
Daha teknik olarak düşünmek gerekirse bu iş herhalde 1980'lerde bu kadar netleşti. Türkiye tatil kavramını o yıllarda keşfetti. Bu biraz da o on yılın bize tüketimi öğretmesinden kaynaklanıyordu. Son neden ise ramazanların o on yıl boyunca hep yaz aylarına denk gelmesiydi. Sonunda, evet, bayram, biraz daha geliri iyi olan kesimler için tatilden öte bir anlam ifade etmiyor. Bunda kızacak bir şey yok. Dünya değişiyor ve kavramlar kadar özel günlerin algılanışı da, "kullanılışı" da dönüşüyor.
Ne var ki, işin içinde daha ileri bir boyutun olmadığını söylemek çok zor.

Dünyayı
büyüden arındırmak
Max Weber, bilimin bir meslek olup olmadığını sorguladığı makalesinde "dünyanın büyüsünün bozulmasından" söz ediyordu. Dünya artık nedensellik-akıl ilişkisi içinde kendi dışına çıkarılmıştır ve biz anlam dediğimiz şeyi bir veri olarak kabul etmiyor, onu kendimiz üretiyorduk. Modernleşme özünde tam da buydu: dünyanın büyüsünün bozulması.
Modernleşmenin zamanla mekanikleşmesi, dünyanın hırpalanıp tahrip edilmesi, insan ilişkilerinin "atomistik" bir hale gelmesi, çevreden kopuş bu büyüden arınmayı büsbütün katmerli bir hale getirmiştir. Burada çok önemli bir rolü de dinin gündelik hayatımızda kazandığı yeni anlam ve işlev oynar.
Fransız felsefecisi Marcel Gauchet, "Dünyanın Büyüsünün Bozulması" adını verdiği kitabında Hıristiyanlığı "dinin sonunu getiren din" olduğunu belirtiyordu. Daha önceki dönemlerde, özellikle de çoktanrılı dönemlerde gündelik eylemlerimizin her birini belirleyen bir Tanrı olduğu, dolayısıyla tüm eylemlerimizi bir dinsellik içinde yaptığımız düşünülürse, tektanrılı dinlerin gelmesiyle birlikte bu çerçeveyi aştığımızı ve her yerde hazır ve nazır bir Tanrı'yla dinbirey ilişkisini yeniden oluşturduğumuzu söylüyordu Gauchet.
Buna göre Tek Tanrı insanın günlük eylemlerinin "dışındaydı" ve bu laikliğin gelişmesine yol açan ana atılımdı. Sonuç itibariyle Gauchet de din temelinde dünyanın büyüsünden yoksun kaldığımızı vurguluyordu ve bunu bizzat dinin (Hıristiyanlığın) sağladığını belirtiyordu.
Böyle bir yerde duruyoruz. İşin özü, Gauchet'ye göre, dinin de dünyanın büyüsünü bozan bir unsur olması. İş o zaman daha da çatallaşıyor. Çünkü, çoğumuz dine o yitirdiğimiz büyüyü bulmanın bir aracı olarak bakıyoruz. Yalan değil, mesela Yahya Kemal'de din bütünüyle böyle bir arayışın uzantısıdır. Gauchet ise bunun olanaksız olduğunu belirtiyor. Oysa biz bayramları bir büyü yaratma aracı olarak görüyoruz: yeni bir ruhsal iklimbelki. Bizi gündelik ve sıradanın dışına çıkaran...
Gauchet'nin ne kadar haklı olduğunu bilmem ama dünyanın bir büyüye ihtiyacı olduğu kesin. Herkese iyi bayramlar!