kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
27 Eylül 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

İktidar olmak da muhalefetin görevleri arasındadır...

Napolyon Savaşları sırasında birbirlerini yok etmeye çalışan Fransa ile İngiltere'den birer general, karşılıklı tartışıyorlarmış.
Fransız generali İngiliz meslektaşını aşağılamış:
- Siz İngilizler sadece para için savaşıyorsunuz. Biz Fransızlar, şan ve şeref için savaşırız, demiş.
İngiliz generali sakin sakin cevap vermiş Fransız'a:
- Haklısınız... Herkes kendisinde olmayan şeyi elde etmek için savaşır...
Dünyanın her ülkesinde birbirleri ile tartışan siyasetçilerin kavgalarını bu açıdan irdelediğiniz zaman, iktidarda olmayanların ne için savaştığını daha kolay görebilirsiniz.
Bu sırada yapılan konuşmaları da daha dikkatli değerlendirmeniz herhalde gerekir.
Özellikle "Ben iftira etmem", "Ben özgür irademi seslendiririm", "Ben adil davranırım" diyerek fazlaca "Ben" diyenlere fazlaca dikkat etmeniz gerekir.
Tabii ki herkeste bir "Ben" vardır.
Yunus Emre bütün benleri daha kozmik bir "Ben"e bağlamış ve "Beni bende deme ben değilim/ Bende bir ben vardır benden içeri" de demiştir.
Ancak siyaset mesleğindeki insanlar bu "Ben"in bağımsızlığını ve özgürlüğünü genellikle abartılı anlatırlar. Sanki yüzde 100 saf "Özgür irade" olabilirmiş ve söylenenler bu iradenin vicdanının katıksız sesiymiş gibi sunulur.

Hangi vicdanın sesi?
Bilim adamlarının da ilgilendiği bir konudur "Özgür irade" ve "Vicdanın sesi" gibi konular.
Örneğin sosyal psikoloji uzmanları, "Algılama"nın vicdan sesini en fazla etkileyen öğe olduğunu defalarca saptamışlardır. Nörologlar ise, mesela "tik"ler gibi özgür irade dışındaki vücut davranışlarının bir süre için tutulması sonunda, sağanak halinde ve daha yoğun tik dalgalarının geldiğini gözlemlemişlerdir.
Kısacası özgür iradenin yansıması diye sunulan vicdan sesini de, genlerle tevarüs edilen bilgiler, çevre, yetişme koşulları, içinde bulunulan coğrafya, ekonomik ortam ve siyasal koşullanmalar belirler.
Bu bir siyasi partiyi tutmaktan veya bir siyasal ideolojiyi benimsemekten daha öteye bir olgudur. Ama bunların da ötesinde günlük denge hesaplarınız, çıkarlarınız ve içinde bulunduğunuz takıma uyumlu olma çabanız vardır.
Söze hep "Ben farklıyım" diye başlayıp, karşılarındakileri inançsızlıkla, fırsatçılıkla, ahlaksızlıkla suçlayanları, bir sınayın.
Kendi patronları karşısında su dökmüş kedi gibi yalananların, başkalarına karşı nasıl aslan kesildiğine dikkat edin.

Gelişmiş örnekler
Bunların siyasetteki örnekleri, iktidardaki rakiplerini hırsızlıkla, uğursuzlukla suçlarken, biraz da kendi liderlerini "Biz neden iktidar olamıyoruz" diye sorgulasalar, Türkiye'nin siyasi tablosu çok farklı olmaz mıydı?
"Gelişmiş bir demokraside bir siyasetçi hakkında bu tür iddialar gündeme geldiğinde o siyasetçi istifa ederdi" diyenler, gelişmiş bir demokraside değişmez bir ismin liderliğinde girilen her seçimin kaybedildiği bir siyasi partinin başında o liderin kalmasının mümkün olmadığını nedense hiç söylemezler.
Bunu söyledikleri anda o partiden tasfiye edileceklerini bilirler çünkü.
Oysa demokratik siyasette partilerin ve siyasetçilerin varlık sebepleri iktidar olup, icraat yapmaktır. Sadece iktidarı denetlemek ve sadece iktidardaki politikacıları karalamak üzerinde varlık sürdürülemez ki.
Cumhurbaşkanı Gül'le BM toplantısı için New York'ta bulunan Cengiz Çandar önceki gün şöyle yazıyordu:

Alternatif yollar
- Bu hafta başında "Avrupa'nın en büyük şehri" ilan edilen İstanbul, bir Mahmud Ahmedinecad ziyaretiyle felç olmuştu. Şehrin Avrupa yakasının tümünde hayat durmuş, iki Boğaz Köprüsü bağlantısıyla kaderini karşı yakaya daha da sıkı bağlamış olan Asya yakası da İran Cumhurbaşkanı'nın şehre ayak basışını kuvvetle hissetmişti... Ancak, New York, Bush ve Ahmedinecad'ı birlikte ağırlamasına rağmen, hiçbir vakit Ahmedinecad'ın İstanbul'da bulunduğu ya da Bush'un NATO Zirvesi münasebetiyle şehirde bulunduğu esnada İstanbul'un felç olması ve şehirde hayatın adeta durması gibi bir şey yaşamadı. New York'ta hayat, cıvıl cıvıl, devam etti, ediyor.
New York'ta hayatın aksamamasını sebebi, bu kentte birden fazla "Ana yol"un bulunmasıdır. Mesela Park Avenue'nün bir bölümü trafiğe kapatılsa bile Lexington Avenue'da trafik akmaktadır.
Siyasette de durum böyle.
Alternatifsiz tek partiye dayalı çok partili demokrasi olur mu?
Yani sorun "Yolsuzluk" değil, tek yolluluktan çıkış için çaba gösterilmemesidir.
Bu sırada da iktidarsızların "Ben çok namusluyum" diye gösteri yapmalarının siyaset etmek sanılmasıdır asıl sorun.