kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
14 Eylül 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat

İslami burjuvazi olmadan, estetiğinden söz edemeyiz

EVRİM ALTUĞ
13.09.2008
Şair, yazar ve düşünür Hilmi Yavuz, ramazan vesilesiyle bir süredir yer verdigimiz 'İslam ve Estetik' tartışmasına sosyolojik bir boyut kazandırmak gerektigini anlattı. Yavuz'a bakılırsa, Türkiye'de İslam estetiginin varlıgından söz edebilmek için, onu üretecek hâkim bir burjuvazinin var olabilmesi gerekiyor. Yavuz, Türkiye'nin 'hem Doğulu hem de Batılı' bir kültüre sahip oldugunu ve bunun da bir tür 'uyumlu bir aradalık' anlamını taşıdıgını vurguluyor..
Türkiye kültür atlasının nirengi noktalarından biri, şair, akademisyen ve düşünür - yazar Hilmi Yavuz. Yaşamı boyunca felsefeden antropolojiye, gazetecilikten şairliğe ve sanat tarihine uzanan geniş bir perspektifle yaşamı ve dünyayı anlayıp yorumlayan İkinci Yeni şiirinin temsilcisi, SABAH'ta devam eden 'İslam ve Estetik' tartışmasının bu haftaki konuğu. Deneme yazılarını Zaman gazetesinde sürdüren üstat Yavuz'a Murat Belge ve Hasan Bülent Kahraman'ın ardından bu hafta mikrofonu uzattığımızda, yine farklı ama çarpıcı yorumlarla karşılaştık. Ona göre, Türkiye'deki "İslam ve Estetik" ilişkisinin varlığı (veya yokluğunun) temelleri, Marx'ın sınıf teorisine değin uzanıyor. Marx'a atfen "Hâkim sınıfın kültürü, hâkim kültürdür" sözünü hatırlatan Hilmi Yavuz, bu açıdan Türkiye'deki İslam estetiğini ancak bir 'İslami burjuva sınıfı'nın üretebileceğini anlatıyor. Hilmi Yavuz şu sıradaki sosyolojik durumun ise bunu karşılamaktan yoksun olmakla birlikte, henüz son birkaç yıldır yaşanan uzun bir değişim sürecinin ilk safhası olduğunu vurguluyor.

- Bugünkü İslam dünyasında, özellikle Türkiye'de ramazan ayının da etkisiyle görülen estetik kaygıların düzeyi ve yaşam pratiğinin görünümü konusunda gözlem ve eleştirileriniz neler?
-
İslam estetiğini, İslam medeniyeti bağlamında düşünmek gerekir. İslam'ın bir medeniyeti var ve bunun kendine özgü bir estetiği var kuşkusuz. Bu medeniyetin doğasına baktığımızda, temelde estetik bir medeniyet olduğunu görmemiz mümkün. Bundan neyi anlıyoruz? Bize verilmiş olan dünyayı ve doğayı daha da güzelleştirmek, süslemek ve verili olanı değiştirmeden, ona herhangi bir şey ekleyip çıkarmadan, onu tamamlanmış bir dünya biçiminde, 'verilmiş' kabul ederek, süslemek... Bu görüşü, Edward Said'den ödünç aldığımı belirteyim. Said, Beginnings / Başlangıçlar adlı kitabında İslam estetiğinden söz ederken şunu söylüyor: "İslam, dünyayı ne eksiltilecek, ne de çoğaltılacak bir yer olarak görür. Bu nedenle de, örneğin 1001 Gece Masalları gibi metinler 'süslemeci' metinlerdir. Bunlar dünyayı tamamlamaz, dünya üzerinde oynarlar." Bunun nedeni İslam dininin, verili olan doğanın mükemmel bir şekilde sunulduğu, ve bunun ne çoğaltılmaya, ne eksiltilmeye, üzerinde herhangi bir radikal değişiklik yapmaya gerek duyurtmayan bir verili dünya olduğu argümanından yola çıkılarak tariflenmiş olmasıdır. Meseleye böyle bakınca, İslam estetiğinin büyük ölçüde süslemeci, ornamental ve tezyini bir estetik olduğunu, dünyanın dönüştürülmesine, değiştirilmesine, Said'in deyişiyle ona bir şey eklemek ya da çıkarmak yerine, doğrudan doğruya onun süslenmesine yönelik olduğunu ve böyle bir teolojik arka plan üzerinden okumak gerektiğini anlamamız söz konusu. Zaten bunun böyle olduğunu, konu üzerine düşünen İslam sanat tarihçileri de söylüyor. Mesela, Türkiye'de de bir ara İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nde ders vermiş olan ünlü Alman Sanat Tarihçi Katerina Otto Dorn, bu konuda Die Kunst Der Islam (İslam Sanatı) başlığıyla yazdığı kitabında şunu söylüyor: "İslam'da gerçek yaratıcılık, dekoratif olana, doğanın soyut ve süslemeci ifadesine, formalizme, yüzey etkisine, hareketli çizginin oyunu ve renk kompozisyonlarının armonisine yönelmiştir." Bir diğer İslam sanatı tarihçisi olan İngiliz R.P. Wilson ise, Islamic Art - İslam Sanatı kitabında bu görüşü yineliyor: "İslam sanatı öncelikle yüzey süsleme sanatıyla ilgilenmiştir," diyerek. Dolayısıyla İslam'da daha çok tezyini, dekoratif olanın öne çıkmasını bu bağlamda ele almak gerekir.

- Türkiye, bu noktada nasıl bir 'sentez' oluşturmaya gayret etti (ya da edemedi?)
- Türkiye'de Osmanlı döneminde İslam estetiğinin, özellikle Tanzimat'a gelinceye kadar, az önce söylediğim bağlamda gerçekleştiğini söylemek mümkün. Yani, Osmanlı'nın estetik tarihi ile, İslam estetiğinin tarihi arasında belli bir mütekabiliyet ilişkisi olduğunu görürüz. Ama bütün öteki - Tanpınar'ın deyişiyle hayat şekillerinde görülen dönüşümler gibi, İslam estetiğinde de, Batı'nın ve modernitenin getirdiği değişikliklerin olduğunu görmemiz mümkündür. Fakat tabii, asıl yapılması gereken unsur, Batılı ve modern olanla, geleneksel ve Doğulu olanın 'uyumlu bir aradalığının' nasıl gerçekleşebileceği üzerinde durmaktır. Siz sorunuzda 'sentez' kelimesini kullanıyorsunuz ama bana göre sentez, öğelerden birini tez, diğerini antitez kabul etmekten geçer. Ben böyle bir şeyin doğru olduğu kanısında değilim. Dolayısıyla meseleyi, gelenekle modernliğin 'uyumlu bir aradalığının' nasıl mümkün olabileceğinin sağlanması biçiminde görüyorum. Bunu, özellikle kendi uğraş alanım olduğu için, kendi poetikamın temelini oluşturduğu için, sahihlik kriteri olarak değerlendiriyorum. Bu nedir? Biz, 18. yüzyılın sonuna ve 19. yüzyılın başına kadar, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın deyişiyle kendi içinde bölünmemiş bir hayat yaşadık. Ama 19. yüzyıl sonrasından itibaren Osmanlı Türk toplumu bir modernleşme süreci içine girdi. Fakat tam da bu, geleneksel olanın bütünüyle olumsuzlanması veya tasfiye edilmesi anlamına gelmez. Sosyologlar, başta Anthony Giddens olmak üzere bize şunu söylüyorlar: "Modernlik, ne kadar radikal biçimde hayata geçirilmiş olursa olsun, geleneksel olanı bütünüyle tasfiye etmez, edemez. Modern ve geleneksel bir arada olmayı sürdürür. Söz konusu modernleşme ne kadar buyurgan, radikal ve tepeden inmeci bile olsa..." Nitekim Türkiye'de de, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi'nde de böyle olmuştur. Dolayısıyla hem Osmanlı, hem de Türk zihin tarihimiz bize şunu söylüyor: "Siz, hem modernsiniz hem gelenekselsiniz." Yani hem Doğulusunuz, hem Batılısınız...
Haberin fotoğrafları